Şub 222007
 

 

onikinci gezegen

Bu kitabı oluşturmak için 30 yılını veren Zecharia Sitchin’in , Onikinci Gezegen’le birlikte “dünya tarihçesi” adını verdiği kitap dizisinin ilk ürünü. Hepimizin bildiği gibi mitolojik hikayeler, dinsel metinler ve eski uygarlıkların bize bıraktığı bir takım kanıt niteliğini taşıyan bir çok ürün, bu kitabın başvuru kaynakları arasında. Bunları belirtmemin sebebi, herkesin şikayet mektubu olarak göndermişliği bulunan, belge ve kanıt yetersizliğiyle önümüze konulan kitapların, bizleri bilgilendirmekten çok, yanlış yönlere, ufkumuzu daraltarak verilen bilgilerden bu kitabın uzak olduğunu anlatmaya çalışmak. gerçi kitabın iddiası da aynı sebepten ürüyor: “elimdeki kanıtlarla dünya dışı bir uygarlığın varlığına inanmamamız mümkün değil.”bu iddiaların çıkış noktasını oluşturan kitabı okuduğunuzda ise, eski ahit’in ibranice’den dilimize çevrilen alıntılarla oldukça sık bir şekilde karşılaşılması. Çevirilerin kaynakları kitabın sonunda mümkün olduğu kadar düzenlenerek aktarılmış kitabın bir diğer başvuru kaynağı ise, eski uygarlıkların günümüze kalan kalıntılar, yazılı belgeler olup, eski ahit dışındaki kutsal kitaplar da yazar tarafından bu sınıfa sokuluyor. Sümer, Asur, Babil ve Hitit medeniyetlerinin günümüze kalan metinlerinin çevirilerinin deşifre edilmesi ve bir kanıt niteliğine sokulması, yazarın araştırma şevkini artırarak kitabını oluşturmasıyla son bulmuş. Özellikle Sümer ve Akkad metinlerinin üzerine çok düşen yazar, bunların ve diğer kaynakların derlenmiş ve konu ile ilgili kısımlarını irdeleyerek son bir hal vermiş. Vermiş diyorum zira yazarın iddiasına göre, kendi çevirileri ve araştırmaları, elindeki başvurulara göre daha anlamlı ve mantığa yakın. Zecharia Sitchin, yalnız bunları da incelemekle kalmamış, aynı zamanda mitsel hikayelerin ve olguların, astronomi gibi bilimsel tutarlılığın önemli olduğu bir alana girerek köprüler kurarak düşünce çemberini genişletmiş. 

Kitapta dünya dışı uygarlıkların bulunduğuna dair iddiasını ise yazar şöyle açıklıyor: 

“gerçekten de çok sayıda popüler yazar, piramitler veya dev taş heykeller gibi kadim yapıtların, bir başka gezegenden gelen daha ileri düzeydeki ziyaretçiler tarafından yapılmış olduğunu öne sürmekteler.- Zira ilkel insan, gerekli teknolojiye kendi başına sahip olmazdı değil mi? ya da başka bir örnek: yaklaşık 6000 yıl önce hiç bir öncesi olmaksızın sümer uygarlığı aniden nasıl ortaya çıkıvermiştir? Ama bu yazarlar genellikle bu kadim astronotların ne zaman, nasıl ve hepsinden de önemlisi nereden geldiklerini ortaya koymakla başarısız olmaları sebebiyle akılları karıştıran soruları cevapsız spekülasyonlar olarak kalmaktadır.” 

Kitapta bir diğer sık karşılaşacağınız durum ise evrim teorisine olan göndermeleri. Yazar bunun asla böyle olmadığını ve bizim düşünen varlıklar olarak, kitaptaki kanıtları öne sürerek, soyumuzun evrendeki yaşamdan geldiğini anlatmaya çalışıyor. ‘Onikinci gezegen nedir? diye sorduğunuzda, yazarın görüşü itibariyle güneş ve ay da bir gezegen sınıfına girip. Buradan 11 rakamını bulup akabinde gelen 12.gezegen ise yine yazarın iddiasına göre nefilimler diye adlandırdığı dünya dışı zeki ırkın evi olması ve insanlığa gülümüze gelene kadar gelişmesi için yardım ettiği. Zaman zaman astronomi ve astroloji kelimelerinin içiçe girdiği yazılara tanık olduğum kitapta, mantıklı ve elle tutulur bilgilerinin bulunmadığını söyleyemem bir rasyonel duruşum olsa da. 

Kitabın yazılış tarihi 1976 ve Ruh ve Madde Yayınlarından çıkış tarihi kasım 1998 ‘de. İnternetteki araştırma yayıncılığı gelişmediği dönemlerde onikinci gezegen, bu kadar süre geçip de geç çevrilmesine rağmen, hakkında yazılmış en iyi kaynak özelliğini koruyor, başvurduğu belgeler itibariyle.

May 142006
 

 

Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı

Bilimin merak, heyecan ve coşkusunu geniş kitlelere aktarmak konusunda pek az bilim adamı Carl Sagan’ın bu kitabı kadar başarılı olabilmiştir. Onun bilimin zor kavramlarını her düzeyden insana ulaştırmadaki becerisi, milyonları bilime yakınlaştırmada ve batıl inanışların, sahte bilimin, ufoların insanlar tarafından sorgulanmadan kabul gördüğü ve bir nevi bilimin karanlık çağlarının yaşandığı bir dönemde, bilimin anlaşılmaya ve bilimsel kriterlerin her şey de aranması gerektiğini göstermesi, ona da Pulitzer ödülünü kazanmasında ki zanlımca en büyük etkendir. 

Ufolardan bahsederken şu anlaşılmamalıdır, belki de ufoların gerçek olmasını ve dünya dışı varlıkların bulunması fikri, onun kadar kimseyi etkilememiştir. Fakat böyle olmasını istemekle, öyle olması arasında dağlar kadar fark vardır.Hher ne kadar çokları tarafından- ki bugünkü haberlerde de bir bilimadamının abd’nin bir ufo aracını sakladığına dair itiraf haberi mevcuttu- dünya dışı varlıkların var olduğu yadsınamaz bir gerçekse de, gösterilen kanıtların hiçbiri bilimsel kriterler tarafından sorgulandığında bir değer ifade etmemektedir. bunlar çoğu zaman bireylerin kendi başlarına yaşadıkları deneyimlerden ibarettir. Bu kişiler uzaylılar tarafından kaçırıldıklarını ve çoğu zaman da cinsel ilişkiye zorlanıp,üzerlerinde bazı deneylerin yapıldığını iddia eden kimselerdir. yazarınsa buna cevabı çok açıktır, bu kadar ileri düzeyde olan bir uygarlığın neden türlerinin üremesi için insanoğluna ihtiyaç duydukları ve insanlar üzerinde yaptıkları deneyleri neden hala bu zamana kadar bitiremedikleri yönündedir. 

Gökyüzünde, tanımlanamayan uçan cisimler(ufo) olarak adlandırılan ve bir çok kişi tarafından görüldüğü iddia edilen cisimlerin ise %95 oranında göz yanılmalarından ve diğer yıldız ve gezegenlerin insanlara oynadığı küçük oyunlardan başka birrşey olmadıkları artık su götürmez bir gerçek olarak kabul ediliyor. Bunun dışında kalan %5 lik kısım ise sadece bilimsel açıdan şüphe ile karşılanıp üzerinde duruluyor. Bu şüphelerin açıklığa kavuşturulması için Abd’de oluşturulan bir kurulun başında da bizzat bulunmuş olan Carl Sagan, sonuçta net bir şeye ulaşılamadığını belirtmesine rağmen bilimsel tavrı yani şüpheciliği hiçbir zaman elden bırakmıyor, tabi bağnazlıktan uzak. 

Birgün ufolara inanan arkadaşlarından biri ona şöyle soruyor:”ufolara inanıyormusun, Carl.” onun yanıtı ise ilginç, şöyle cevap veriyor: “eğer bu bir inanç meselesiyse ben inanmıyorum, ama bilimsel olarak içimde, olmaları için inanılmaz bir istek var.” 

Kitap içerisinde, dünya dışı varlıklarla ilişki içerisine girdiklerini iddia eden kimselerin psikolojileri üzerine yaklaşımların yanında, artık ortaçağın karanlıklarında kalmış cadı yakma olaylarına da değinip, bunlar arasında ki şaşırtıcı benzerlikler üzerinde de duran Sagan, sanki bilinçaltının kuşaklara aktarıldığını da kanıtlamak istemektedir. 

Eski inançların üzerinde de duran sagan, musevilikte evrenin 6000 yaşında olduğu gibi yanlışlar üzerinde de durmaktan çekinmemektedir. Ortaçağdaki cadı yakma olaylarında kilisenin takındığı tavrı da kıyasıya eleştiriyor, bunun yanında kilisenin bu olaylardaki hatalarını kabul etmesine de yer vererek belki de ileride gerçekleşebilecek bağnaz ve dar görüş ürünü hataların da önüne geçilmede bir umut ışığı yakıyor ki bir Çin atasözünden haraketle; ‘mum ışığı karanlığın lanetinden iyidir.’ 

Özetle her türlü bağnazlık ve bilim dışılıktan uzak durmak isteyenler için iyi bir kitap. Tabi diğer yandan Aldous Huxley’in şu sözü gibi düşünenler de yok değil : “bilimin büyük trajedisi: güzelim hipotezleri çirkin bir gerçek yüzünden katletmek…”