“Seven Years in Tibet” filmiyle aynı dönemde okuduğum için, görsel hafızamda filmdeki sembolizmaları kullandığımı hatırladığım Nobel Barış Ödülünün de sahibi Dalai Lama’nın bir psikiyatri uzmanının editörlüğünde onunla yaptığı konuşmalardan oluşan, mutluluk oyunu oynadığı kitabı…Acılarınızla, çevrenizle olan ilişkilerinizde, kendinizin sahip olduğuyla var olan sizin beyninizi yönetmek için bir takım ilişkilendirmelerine ihtiyaç duyabildiğinizi belirten – ki bunları bazen basite indirgeyip, köpeğinizin bakımından tutun da, duvara çakamadığınız çiviye kadar rütin sorunlarda bile bu çıkmazlardan nasıl ayrılacağınıza dair çözümler elde edebilirsiniz- psikolojinizin derinliklerine kadar inen, mutlu olmak için gereken ipleri birbirine bağlayan, hatta düğümlediğini düşündüğü bu öğütlerle çevrenizle ‘dünya için neler yapabilirsiniz’ sorusuna cevap vermeyip pembe pembe pamuk şeker verdiğini bana düşündüren, Dalai Lama, savaşlar içerisinde yaşayan İtalya’nın Michalengelo ve Da Vinci’yi çıkartan bir dönemin aksine, İsviçre’de 500 yüzyıllık sorunsuz yaşanan bir ülke politikasında üretilenin guguklu saatten ibaret olduğunu söylüyor. Kısacası adam bir savaş çocuğu olarak da bakıyor yaşama ve doğal sağaltımın gerekliliğini de savunmuyor değil. Bu açıdan bir “Ali Demirsoy” politikasının benzerliği dikkat çekiyor haliyle. Kuşkusuz ‘acı olmadan ne üretim ne de mutluluk olmaz’ mantığının, kitabın yazıldığı yıllarda çok global bir yaygınlıkla ele alınmadığını ve anlaşılmadığını düşündüğüm için, çok satanlar listesinde uzun süre kalması mantıklıdır mantıklı olmasına ama, bu mutluluk oyununun sonradan çokça kötü varyasyonlarıyla bir kitap kirliliğininin yolunu da açmıştır gerek Dalai Lama gerekse Osho..
iki bölümden oluşuyor : ‘sanat kavramına giriş’ ve ‘estetik yeniden bütünleşme’. birinci bölümde “sanat” deyip geçtiğimiz olgu enine boyuna tartışılmış ve açıklanıyor ki zenginliğin bir başka açılım göstergesi olarak her sayfasında en az 1 dip notun var olduğunu söylemekte fayda var. 1. bölümde zen ve yaşama sanatı konularından bir alıntı yaparsak;
“.…eğer ortaya koyduğum türden bir görüş doğruysa o zaman sanat, anlamlı bir hayat sürmenin bir yoludur. çoğumuz gözümüzü bir amaca diker, onun peşinden gideriz; o amaca eriştiğimizde ise bulabildiğimiz tek şey içimizdeki boşluk duygusudur. bunun bir nedeni herşeyi dışlayarak hedefe kilitlenmemiz ve o hedefe ulaşma araçlarını sadece engeller olarak görmemizdir. bu şekilde, en büyük arzularımızı gerçekleştirirken bile sefil olmak mümkündür. ama eğer bu arzuların gerçekleşme süreci insanı içine alan bir şeyse, bu gerçekleşme için harcanan zaman boşa gitmemiş olacaktır. ben bir kişinin hayatının bir sanat eseri olabileceği ve bir yaşama sanatı bulunduğu iddiasını ciddiye alıyorum, hem de kelimenin gerçek anlamında….”
İkinci bölümde, konfüçyüs düşüncelerine yer verilmiş. teknolojinin tao’su (yol’u), bilme sanatı, sanatın geleceği ana konuları oluşturuyor. sanatın tao ile ilişkisi ve günlük yaşam’da taoizm güzel irdelenmiş diyebilirim.
kısacası bu kitap biraz şuna getirmek istiyor: dağda derviş olmak kolay, gel, bir de şehre in ve istanbul trafiğinde derviş olmayı dene….