“alıp başımı gitmiştim
koşmuşum Ay’a kadar
üstümde ter kokularımla
yorulmuşum germiştim hamağımı
bahar rüzgarında
yapraklarını sallayan iki ağaca
tam gözlerimi kapattım kapatacağım
diyordum değmeyin keyfime aman ha! ! !
birdenbire duydum ismini
hani şu gürültülü takalar geçerken
sessizlik senin sesinle üzerime gelirken
çekilin Orhaan Velii geliyor diye
kulağıma kuşlar fısıldarken
ya gidin başımdan dedim
yalan söylemeyin yok daha neler
aa sonra bir baktım
gökyüzünü boyuyor biri mavi mavi
bir baktım deniz yırtılmış dikiyor biri
Uzaktan tanıyamadım ama
deniz feneri aydınlattı çehreni
Ah ah Orhan Veli
biliyor musun çok özlemişim ben seni
…..”
/ Reha BAŞOĞUL – ‘Orhan Veli’yle Konuşuyorum Bedenim Boyalı’ şiirinden. [Şiirin Tamamı için >]
Dünyayı midye kabuğunun aralığından gören ve 14 Kasım 1950’de, 36 yaşında, önce alkol komasından olduğu zannedilen, sonradan bir çukura düşmesinin yarattığı beyin tramvası ile öldüğü raporlanan Orhan Veli Kanık’ın sesi, dramı, çocukluğu ve dünyası çoğumuz için sigara yakarken ki pozuyla Müşfik Kenter’in sesiyle örtüşür, öyle zannedilir.
Müşfik Kenter ise 30 yılını verdiği Orhan Veli’yi anlatma sevdasından hala yorulmamış bir sesle ve azimle vazgeçmedi. Kenter Tiyatrosu’nun 2010-2011 sezonunu açılışı da bu anlamlı etkinliğin 30.yılında perdesini tekrar açtığı tek kişilik oyun oldu. Murathan Mungan’ın oyunlaştırdığı, Oğuz Aral’ın tasarladığı dekorlar, Yüksel Aymaz’ın ışık tasarımı ve Selmi Andak’ın besteleriyle canlı piyano eşliğinde bir Müşfik Kenter gösterisi izledik, yine güldük, eğlendik, duygulandık, andık, doyamadık, özledik…
Müşfik Kenter’in sesinden dinlediğimiz, Orhan Veli’nin 43 şiirinden oluşan “Bir Garip Orhan Veli” albümü, Fenerbahçe sahilinde yaz günü,bir gece yarısı, kulağımda walkman, adaları seyrederken, hamakta ve deniz feneri ışığında konuçlanan bana, 10 seneden aşkın süre önce, yukarıda bir kısmına yer verdiğim yani “Orhan Veli ile Konuşuyorum Bedenim Boyalı” şiriini yazdırmıştı. Sonradan düşündüğümde “Boyandım”, “Bulutlar”, “Kim bilir?”,”Kırık Kalpler”, “Göçtüler”, Son Nefes” gibi bazı şiirlerimde Orhan Veli’nin ve Garip akımının etkisinde kaldığımı görebiliyorum.
Orhan Veli - Müşfik Kenter - Ben Orhan Veli
Orhan Veli, ben matematik dizgelerinden, sayı dizilerinden veya paradoksal yaşantılardan kaynaklı ilhamlarla “avunurken”, bana Müşfik Kenter’in sesini de zihnime alarak, aslında tam da Garip akımının savunduğu düşünceyi anlatmıştı: Musikili Şiir…
Keza benim de keşfettiğim veya başka bir deyişle, bu açmazdan rahatsız olduğum gibi tanzimattan sonra da benzer bir sorunla karşılaşılmış, divan şiirinin göz uyağından çok, kulak uyağının savunulması başlamıştır.
Şiirin dilinde yer alan ses öğeleri, kafiye, ses tekrarları, cinas,ölçü ve ritmin Orhan Veli şiirlerinde usta kullanıldığını görmekle beraber, sık sık duygularımızı çoşturan redifleriyle sık sık da karşılaşmaktan dolayı, kulağımızın notalarla kaplandığını hissederiz. Buna bir örnek vermek gerekirse;
“İnanma, ceketim, inanma
Kuşların söylediklerine;
Benim mahrem-i esrarım sensin.
İnanma, kuşlar bu yalanı
Her bahar söyler.
İnanma, ceketim, inanma!”
Bunda, samimi, içten ve günlük hayatın içinden gelen dili olmasıyla beraber Orhan Veli’nin entelektüel birikiminin de oldukça önemli bir payı vardır. Moliere, Gogol ve Sartre’den çeviriler yaptığı gibi, öyküler, eleştiriler yazan, hatta Nasrettin Hoca fıkralarını da şiirleştiren Orhan Veli, çocukluk arkadaşı Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday ile birlikte 1941’de yayımladıkları “Garip” isimli kitabıyla ve burada yer verdiği düşünceleriyle Türk edebiyatında “Birinci Yeni” diye adlandırılan süslü sözcüklerin, organize sözcüklerin tahtını elinden aldı denilebilir.
Şöyle diyordu Orhan Veli, Garip’in ön sözünde;
“.…Musikiden istifadeyi kabul eden şair neden resimden, hattâ daha ileri gidilirse, heykelden yahut mimariden de istifadeyi düşünmesin? Oysaki heykelden istifade resmin bile hakkı değil. Resmi bir aralık hacimleştirmeye kalkışmış olan Picasso, bugün her halde bu hatasını anlamıştır. Yalnız dikkat edilirse görülür ki, verdiğim misaller bizi şiire sokulan resmin sadece şekle ait tarafı üzerinde durdurmakta. Böyle bir şiir henüz mes’ele yapılacak kadar ehemmiyet ve taraftar kazanmamış. Halbuki, bir de resmi şiire mâna halinde sokan şairler, bu şairleri tutan büyük de kalabalıklar var. Onlar bütün meziyetleri tasvir olmaktan ibaret yazıları şiir addetmekte güçlük çekmiyorlar. Halbuki o yazıların şiirliğini kabul etmemek lâzım. Bu noktai nazarı müdafaa edenler, fazla ileriye gitmedikleri zaman, fikirleri akla yakınmış gibi görünür. Kendilerine hak vermek isteriz. Zannederiz ki, tasvir şiirin şartlarındandır, her şiir de az çok tasvirîdir. Bu yanlış düşünce şiirin ifade vasıtasının lisan oluşundan ileri geliyor. Lisanın cüz’leri olan kelimeler ya doğrudan doğruya eşyanın, yahut da fikirlerimizin ifadeleridir. Mücerret fikirler tekemmül etmiş kafalara harici âlemle alâkasızmış gibi görünür. Halbuki, insan denilen mahlûkun, en mücerret fikirleri bile bir müşahhasla beraber düşünmek yani onu daima maddeye, daima eşyaya irca etmek temayülü vardır.
Orhan Veli - Müşfik Kenter - Aşk Resmi Geçidi
Böyle olunca kelimelerin yanyana gelmesile meydana çıkacak sanatın gözümüzün önüne tabiattan bir çok şeyler getireceğini de tabiî karşılamalı. Fakat bu tabiî karşılama hiçbir zaman şiirin bütün servetinin bu kelimelerle hatırlanan bir dünyadan, bütün kıymetinin de bu dünyanın güzelliğinden ibaret olacağı neticesine varmaman. Şiirde tasvir bulunabilir. Ama tasvir -hattâ san’atkârın tamamen kendine hâs görüş adesesinden dahi geçmiş olsa- şiirde esas unsur olmamalı. Şiiri şiir yapan, sadece, edasmdaki hususiyettir; o da mânaya aittir.
Fransız şairi Paul Eluard’ın dediği gibi “bir gün gelecek, o; sadece kafa ile okunacak, edebiyat da böylece yeni bir hayata kavuşacak.”
Ahmet Muhip Dıranas, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Fransız simgeci şairlerin etkisinde kaldığı bilinen Orhan Veli, aruzdan çok iyi anladığını belli eden ve uyağın özenle kullanıldığı ve de müzikalitesi olan şiirleriyle, gerek çocukluğunun Beşiktaş ve Beykoz’da geçmesi ve bir Boğaziçi yalısı çocuğu olması,gerek felsefe okumasının etkisiyle, gerekse ölüm, boşluk, kainat gibi felsefi konulara ilişkin anlatımlarıyla oldukça etkileyicidir ki kendisinin dizelerinde hem İstanbul’u, hem kuşları, hem ölümü, hem kadını süslerden uzak, yalın, teşbih, istiare, mecaz nevi kullanılmadan çırılçıplak okuruz.
Bu yüzden, şiirlerinde şiirsiz şiir, edebiyatsız edebiyat yapmasıyla yarattığı devrim, Orhan Veli’nin paylaştırdığı istihak ile güzelin sadece güzel olabileceği, nefesin sadece nefes olabileceği bir rasyonelliğe de kavuşmuştur. Günlük konuşma dilini ustaca kullanması, söyleşisi kolay sıfat ve zarflarla şiirde ahenk içinde yüzebilmesiyle, 5 yaşındaki çocuğun – bir çocuğun kavramsal dünyası için bile- diline dolayabileceği şiirlerinde en sık kullandığı kelimeler şöyledir:
“Gün,el, gelmek, her, ben, insan, var, böyle, güzel, deniz, dünya, kuş, İstanbul, Kadın, git, rüzgar, göz, son, şarkı, şey, uzak, dağ, akşam, şehir, çocuk, ev, sabah, şiir, ağaç, ses, uyku, bahar,eski, gemi, güneş, rüya, mavi, zaman, türkü, bahçe, bedava, birdenbire, yaprak, iş, işçi, dinle, uyku, ufu, hatırla-, merhamet, liman, yüz, kız, yaz, yeni, ayak, dert, can, ölüm, yolculuk, alem, saat, sokak, beyaz, hasret, dem, pencere, giden, sahil, hayat, Allah, saadet, sevme-şair, yeşil, tren “
Şairin vazifesine dair bambaşka bir türün habercisi olunca, hakiki şiirin kalitesinin de edebiyat çevrelerinde sorgulanmasına yol açan Orhan Veli, Yahya Kemal gibi İstanbul’u ve denizi kendi dilinde en iyi anlatanların arasında yer alırken, kimi çevrelerce ki özellikle işçi sınıflarınca aylaklık, nihilist ve tembellik dolu şiirlerin başlangıcı olması nedeniyle eleştirilmiştir de…
Orhan Veli - Müşfik Kenter - Karanfil
Kuşkusuz tercüme bürosundan tek cümleyle istifa etmesi, aylaklığı, beş parasızlık günleri, birlikte olduğu ve olamadığı kadınlar ve alkol, işçi sınıfının yansıttığı ideolojilerden çok uzaktadır. Ancak Orhan Veli’nin vurguladığı ve bu kadar da edebiyat alanında üretken bir durumda, toplumun psikolojisine dair “robot” bir sanrıyı ve elitist bir geleceğin oluşmasını da perdelemiş olduğunun yararı tartışılamaz. Kaldı ki mizahi üslupla “Cevap” şiirinde, “Ciğercinin kedisinden sokak kedisine” ile yaptığı ithaf , kendi edasıyla yaptığı bir toplumsal sınıf ayrılığı eleştirisi örneği olarak gösterilebildiği gibi toplumcu şairler içerisinden Nazım Hikmet ile de bu üslup itibariyle ayrışır.
Onun gerçeklik duygusundan kaçınılmaması gerektiği, Garip ön sözünde şöyle imgeleniyor:
“ Sıvanmış, boyanmış bir binanın tuğlaları arasındaki harcı göremeyiz. Bina tamamiyetini ancak bu harçla temin ettiği zamandır ki, onu teşkil eden tuğlaları teker teker görmek, onların vasıfları üzerinde düşünmek fırsatını elde ederiz.”
Bilinçli entelektüel bir duruşun içinde yaşamasına rağmen, çocuksu, kırılgan, üzgün, aşık, çaresiz bir halin de insan duygularında yer aldığını, coşkuyu, siyasi çekişmeleri, ölümü, zamanı, doğayı iyi bildiği kadar bilmektedir Orhan Veli.
İşte bu nedenle; Orhan Veli’nin genç yaşam süresine karşın, bu birikmişliği Müşfik Kenter’e tam 30 sene sahnede memur ceketiyle anlattıran ve hala da kin, manasızlıkla ve karaktersizlikle anlaşılamadığı çoğunlukça aşikar ve hala şiirler yazdıran saptama da budur: “İnsan olmak”…
İşte bu nedenle; son sözü, Orhan Veli’nin ölümünün anısına şiir kitabına girmeyen , 1937’de Varlık dergisinde yayımlanan şiirlerinden birine yer vererek kapatmak gerekir:
UZUN BİR ISTIRABIN SONUNDA
VE BİR SAADET ÂNINDA GELECEK
ÖLÜMÜN TÜRKÜSÜ
Bir sahile varacak günlerimiz..
Günler ki namütenahi ıstırap.
Kalmayacak bugünkü hasta, harap
Yüzlerde bahtın karanlığından bir iz.
Şekillenecek ruhu çeken kutup:
Sevmek kadar tatlı, yaşamak kadar
Kısa bir ânın ötesinde bahar.
İşte o dem ki bir ömrü unutup
Açacağız nurdan kapılarını
Bugün vadedilen cennetimizin.
En güzel, en son memleketimizin
Bulacağız ışıktan pınarını.
Gün vuracak baktığımız her yüze
Ve kızlar, kucaklarında çiçekler,
Ebedi baharı getirecekler
Bu yeniden başlayan ömrümüze.”
Orhan Veli – ölüme yakın
Yükleyen chemist50. – Diğer müzik videolarına göz atın.
.