Bir Yol Şarkısı
çarşaflara izlerini bırakan
tenleri küllenmiş bedenlerde
kapatıyor karanlık, yaldızlı yollarını…
devrim yapılmış
Ekim duvarı yıkıldı yıkılacak
sanki herşeyin farkında
kaçacağımız yolları açıyor
kalplerde çığlık kuşları
sabah kokmuş pencerelerde ötüyor
saçları elek olmuş yar üzerinden
saçaklanmış güneş, ufuk yolunda
süzülmeye bırakılıyor…
karanfilden yollar dizilmiş sırtta
tan yerinin fısıldadıkları
kızılı emmiş yüze söyleniyor:
haydi kalk! yolculuk vakti geldi geçiyor…
kulakta çizmeli kovboyun nağmeleri
boyunlarda buselerin çizgileri
yeşili gören gözler kurşuni,
giyilen kazakların kokularını ezberliyor…
iyice yaklaşmış yolculuk bulutları
sarmış buğu tutmuş araba camlarını
yağacak gibi yollar
bakılacak haritalara eller ısıtılarak
bilinir ki şarkılar, naneli ağızları ıslatacak…
gözüktü asvalt renkli ilk yağmur
yolların üzerinde öylece soyunur
bir noktadan bir noktaya
biz kaçar o bozulur
o kaçar biz yorulur…
kız gibi sanki şu geçtiğimiz akarsu
bekaret kemeri üstünde
elma bahçeleriyle korunur
kollarına bırakacağı erkeğini arar durur…
dur yolcu kaçırmayalım domates tarlalarını
içine almış gördün mü su yollarını
iyi bak onlara
bunlarla bezer kibarlığını
bunlarla besler nadastaki kırmızılarını…
koyunlar meler tarlanın karşı tarafında
sırayla yolumuzu kapamışlar
asıl yollar bırakacak bizi galiba yarı yolda
oğlakları boynuz dalaşında
çobanı uyumuş, çalıları solmuş merada…
arkasında bir değirmen sinsiliğini korur
tahtadan gözleri hareketsiz
kendisiyle savaşacak hayalpereste doğrudur…
dağlara bakılıp dalınırken virajlı bir yolda
bir köy çeker sizi o yolun kahvesine
ipek kozaları doluşmuş elleriyle…
kararmış ayalarda
belirgin bir hayat yolu çizgisi
adını kasketli dayılar çoktan koymuş:
yoksulluk takvimi…
takvimden bir yaprak koparayım
yollarını onlar da bulsun derseniz
Ho sesleri arabaya birden doluşur
bakraç bakraç yörük ayranıyla doyulur
heey not alalım:
tandır kebabları dönüşte sefer tasına konur
çıkılır patika yollardan anayola
sanırsınız uzakta yürüyor bir kaplumbağa
ezmeyelim duralım orada
yaklaşınca biraz soruya
esmer bir çocuğun kafası yakalanır cevaba
elinde örme sepetler
satmaya çalışır yollara…
işte şuh bakışlı bir göl kenarı
üstünde yeşil bir gömlek
düğmeleri bekliyor açmamızı.
içine kurbağalar sıkıştırılmış karelere
hava yolları kapanmış flamingolar
nazikçe davet ediliyor…
az ötede bir piknik masası
karelerden almış manzarasını
‘çinekop mu kefal mi? ‘ sorar oraların ağası
kemençe sesleri kovalarken havayı
koyulur yola damakta taze çekilmiş kahve tadı…
yollar zamanı delip geçer
utanarak çıkarsınız yola bu sefer
budaklanmış yolun dallarını ararsınız
bir bakarsınız
kaya mezarlarını karşınıza almışsınız
yoldan gönülsüz çıkanlar içinmiş lahitler
gezgin poyrazlar ölü tozlarını üfler…
alacakaranlık düşürürmüş yolları
düşenin dostu olmadan
bir kanyon başında güneşi kaçmadan kıstırmalı
tam da yerinde bağırtırır arabadaki kovboy gitarını:
hadi uzat şimdi ona dudaklarını
hadi uzat şimdi ona dudaklarını…
yolcu yolunda gerek
haritadan sıcak bir oda seçilerek
girersiniz çakıl taşlı yola
hizmetinizde pembe yanaklı bir oyalı kadın
kurulur hemen yer sofrası
of sıcacıkmış yulaf çorbası
yanımıza sığınmış lavaş belli ki ateşe çok kızgın.
parmaklarda ev baklavası
dillerde sazlı türkülü oyun havaları
anlatılır birbir yüzü gülücükten oluşmuşa anlamları
yol der ben yorgun
benden tavsiye siz burada uyuyun
bakarsınız ki gökyüzüne
duruyor ateşli bir kuzgun
sanırsınız gece yoldan suskun
halimizden anlayarak konuşur oyalı hatun:
alın semaver elinize, sırtınıza da battaniye
siz gidin biraz da kerpiç evin üstünde konuşun.
cırcırböcekleri aşk yoluna girmeden
usulca çıkılır korkuluksuz merdivenden
sihirli küreye sokulunca evren
ne yollardan geçmişiz,
kim bu yolların efendisi diye
sorulur her tarafı yıldızlarla kaplı küreye…
dilimlenmiş Ay’ı yıkayan karanlıktan
gecenin sözleri iner peynir dilliye
kokusu unutulmamış kazaklara
ip kınalı soğuk eller sokulur
sedir bir yatakta gönüller samanlık olur
ve açılır tekrar yaldızlı yollar
yolu sevgiden geçen
mahrem bir yola akar son yağmur
yollar kavuşur
yollar sevişir
yollar bir olur…
Reha Başoğul