Kayısı Sabahı
sabah kayısıydı,
iççekmiş bir gözboyamasında
gözyüzü haritasından çıkartarak
yığdılar ortaya
ayakları üşümüş yıldızları
olmuştu bir kere adı
buz dansındaki kayısı sabahı
çobanı ayışığıydı
güneşi otlattığında
kırmızıyı kuyruklarına bağlayarak
havalanan kızkuşları
beklerdi ürkütmesin diye şafağı
üzmüştü bir kere Ayışığı Çobanını
buz dansındaki kayısı sabahı
sarısı kıvrım dudaklıydı
derin bir yol ayrımında
busesi tutsak bırakılarak
biçare çanağı
gecenin uçurumunda
özlemişti bir kere kıvrım dudaklı sarısını
buz dansındaki kayısı sabahı
korkusu bakireydi
istemedi hıçkırığında
sıcak yumurtalarına bakarak
kurlarını hazırlamış
meyve sineğinin ayaklarını
sevmişti bir kere bakire korkusunu
buz dansındaki kayısı sabahı
açlığı karıncalardı
yarının azığı kıskançlığında
saf sümüklüböceğini kandırarak
yüksek bir odun kütüğünde
salına salına taşırken dala kabuğunu
sezmişti bir kere karıncaların açlığını
buz dansındaki kayısı sabahı
raslantısı kırağıydı
seçerdi damağında
gün ışığını akıtarak
gölgesi ince uçlu dallardan
süzülecek tatlı su damlasını
hazırlamıştı bir kere kırağı rastlantısında
buz dansındaki kayısı sabahı
olmuştu sabah kayısı
üzmüş ürken şafağı
özlemiş gecenin uçurumunda
sevmeden meyve sineğinin ayaklarını
sezdi sümüklüböceğin sallantısını
hazırlandı tatlı su damlası
yüzen odun kütüğünde bekleyen
aç kızkuşunun ağzına
derin bir yol ayrımında
çırpıldı kanatları
kıvrım dudaklı sarıdan
güneşin kırmızısına doğru havalanan
yakaladı tutsağının busesini
bozdu bakirelik korkusunu
süzülen gün ışığı
tadı damağında
gölgesi ince uçlu dal başında
içini çekti gözünden kanlar akarak
gökyüzü haritasına dalan kırmızısında
eşinin kuyruğunu kaybetmiş
buz dansındaki kayısı sabahı
Reha Başoğul