Haz 262012
 

“The Great Masters” Sergisi: Leonardo, Michelangelo ve Raffaello, Fotoğraf: Reha Başoğul

“Eğer sanatçı, kendini onlara aşık eden güzellikleri görmek istiyorsa, onları yaratacak efendidir.
Eğer tüyler ürperten büyük şeyleri, onu güldürecek ya da gerçekten tutku uyandıran şeyleri görmek
istiyorsa onların efendisi ve Tanrı’sıdır… Aslında, evrende öz, varoluş ya da hayal gücü olarak ne varsa
bu onun önce zihnine düşer, sonra ellerine yansır.”

/ Leonardo Da Vinci

İstanbul, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ve Arter Tasarım’ın gerçekleştirdiği Türkiye’nin ilk interaktif sergisi özelliğiyle, Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde 31 Temmuz 2012 tarihine kadar İtalyan Rönesansı’nın üç ustasını, Leonardo Da Vinci, (1452-1519) ,Michelangelo Buonarroti(1475-1564),  Raffaello Sanzio’yu(1483-1520) ağırlayacak. Sergide Rönesans ustalarının tüm eserleri olmasa da, sayısız kere replikaları yapılacak kadar önemli, dünya bilim, kültür,sanat tarihinde çok önemli yeri olan Davut Heykeli, Atina Okulu, Sistine Şapeli tavanı freskleri, San Pietra Bazilikası kubbesi, Leonardo’nun not defterlerindeki mekanik ve mühendislik çizimlerinden ve tanımlamalarından yola çıkılarak hazırlanan maketler ile Son Akşam Yemeği eserlerine yer veriliyor.

Kuşkusuz serginin böyle deha özellikleri taşıyan eserlerine yer vermesi dışında, Vestel’in ana sponsorluğu sayesinde, sergideki bu eserlerin bazılarına interaktif bir deneyimle özümsetilmeye çalışan bir özelliği de söz konusu.

Her üçünü daha yakından tanıdığımızda, multidisipliner ve çoklu zeka kuramına uyacak şekilde, farklı yetenekleri ile şair, mimar, heykeltraş, ressam, tasarımcı, mühendis, müzisyen özelliklerini kapılmış gibi gözüken durum Brunelleschi’nin Floransası içindeki görünümde deha denilen ve özellikle Leonardo’un sanat ve bilim adına getirdiği düzlemde zenginliği görürken, bir bilgin olmadan, sadece sanat üzerine mimar,şair,heykeltraş, ressam gibi Michelangelo’yu görüyoruz. Raffaello ile gelen XVI. yüzyılda ise, büyük üstatların sadece tek bir sanatta karar kıldığı bir tercihin öne çıktığını söyleyebiliriz.

“The Great Masters” Sergisi: Leonardo, Michelangelo ve Raffaello, Fotoğraf: Reha Başoğul

Her üçünün bir sergide yer almasının bu açıdan da izlenmesinin faydalı olacağını düşünürken, karakteristik özellikleri itibariyle her üçünün de solak olması, ustalarının etkisinde kalmaları, altın oran kullanmaları, çeşitli disleksi, asperger sendromu gibi biyolojik ve psikojik rahatsızlıklar atfedilmesi de dönemin eserlerine bakış açımızı genişletebilir.

İşin ilginç taraflarından bir diğeri de Michelangelo’nun Leonardo’dan yirmi üç yaş küçük olması ve bu süreçte birbirleri arasında sürtüşmeler yaşamaları ve birbirlerinden hoşlanmamaları, Raffaello’nun ise, böyle iki ustanın yarattıkları sonrası kendine nasıl bir alan açacağı konusunda akıl karışıklığı ve sonra kendisini bulabilmesi, bu üç ustanın bazı eserlerinin oluşmasında motive eden etkenlerden biri olduğu gerçeğidir.

Sergiyi gezerken, her üçünün de eserlerinin üretim zamanlamaları ve kendilerinin dışında gelişen sosyo-ekonomik ve ekonomi politik gerçeklerle incelemenizin faydası olacaktır.

SERGİDEKİ LEONARDO DA VINCI’NIN ESERLERİ (1452-1519)

“Eserleri kısaltanlar, bilgi ve sevgiyi yaralar… Hakkında tam bilgi vermeye yemin ettiği şeylerin parçalarını kısaltmak için
bütünsel olarak ortaya konmuş şeylerin büyük bir bölümünü dışarıda bırakanın ne değeri vardır ki? İnsan ahmaklığı!
Ağacın kereste yapmaya yaradığını göstermek için tümü yapraklarla, çiçek ve meyvelerle bezenmiş bir ağacı çıplak bırakan insanla
aynı hataya düştüğünüzü görmüyorsunuz.”

/ Leonardo Da Vinci

Continue reading »

Oca 022011
 

Çarlık Rusyası Resim Sergisi - Pera Müzesi - Afiş

“Yüz binlerce insan avuç içi kadar bir yere toplanıp, üst üste yaşadıkları toprak

parçasını çirkinleştirmek için var güçleriyle çalışmış olsalar; üzerinde hiç bir şey

yetişmesin diye her yanına taş dikmiş, filizlenen her otu kökünden koparmış, havayı

taş kömürü, petrol yakarak ellerinden geldiğince kirletmiş, çevredeki tüm ağaçları

kesmiş, tüm hayvanları, kuşları uzaklaştırmış olsalar bile gene de ilkbahar ilkbahardı…”

/ Lev Nikolayeviç Tolstoy – Diriliş’ten

19. yüzyılın ikinci yarısında Çarlık Rusyası’nda yaşanan gelişmelerin Rus ressamları tarafından anlatıldığı resim sergisi, Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi tarafından 4 Kasım 2010 tarihinden itibaren sergilenmeye başladı.

Bünyesinde 360 bin resim bulunan St. Petersburg‘daki Rus Devlet Müzesi’nin koleksiyonundan özel olarak seçilmiş realizmin güçlü öğelerini taşıyan bu 65 resmin, dönemin Rusyasında , işçi, kadın sorunları, çocukların bakış açıları, insanların aralarında nasıl eğlendiği ve Rus tarihinde bir çok edebiyatçıya esin kaynağı olan savaş, barış ve ölümün tema olarak yer aldığı resimlerden oluşuyor.

 İlya Repin - Volga Kıyısında Burlaklar - Çarlık Rusyası Resim Sergisi - Pera Müzesi

Serginin en önemli resimlerinden olan 1844 doğumlu İlya Repin’in “Volga Kıyısında Burlaklar” adlı tablosu, Rus resim sanatının en önemli eserlerinden biri olarak gösteriliyor. İşçi sınıfı içerisinde halkın tokluk adına nasıl bir mücadelenin içine girdiğine dair bir resim yapmaya karar veren Repin, 1868’de Neva Nehri’ne yaptığı yolculukta , paçavralar içinde bir tekneyi çeken burlakları gördüğünde içler acısı durumdan ilham alır. Volga kıyısında mavnayı çeken 11 burlağın yüzleri düşmüş, bitap halde, kayışları sırtına alarak ilerlemeye çalışırlar. Her birinin vücudundaki direnç kimi zaman yenilmiş, kimi zaman dirençli kimi zaman hırs dolu olmasıyla detaylanan resimde tek uzaklara bakan ve aralarında en genç olan burlak, o an için kayışı gevşetmektedir. Sergi notlarına göre Repin’in genç delikanlının açık ve parlak renklerle resmedilip, yırtık gömleğinin kırmızısının odak noktasını oluşturması , yerinden doğrulan Rusya’yı sembolize etmektedir.

İlya Repin kendi resimlerine dair felsefesini şöyle anlatıyor: Continue reading »

Ağu 282008
 

 
bushido öğretisi

Samurayların temel etiği olan efendiye saygının orjini olan savaş kodu olarak adlandırılır Bushido :  

“”samuray olan kişi herşeyden önce bilmelidir ve gündüz ve gece asla aklından çıkartmamalıdır ki, o ölmek zorundadır.”/daidoji yuzan 16.yy 

9. yüzyılda Samuray’ kavramının ortaya çıkması merkezi idarenin yerel toprak sahipleri üzerindeki kontrolünü kaybetmesi ile başlar. Yerel idareler kendi askeri güçlerini kurmuşlardı ve bu gücün başına “bushi” ya da “samurai” olarak adlandırılan savaşçıları getirmişlerdi. savaşçılar onurlu bir şekilde barışın bekçileri oldular. Üstün ahlak yapıları onlara duyulan saygının en önemli nedenidir. Samuraylar hayatları boyunca “bushido” kısaca savaşçının kodu olarak bilinen etikler topluluğuna göre yaşamıştır. Aşağıda 17.yüzyılda eski bir samuray olan bir zen rahibinin bu etikleri belirten bir yazıtı var: 

samuray’ın yolu ölümde bulunur. sıra geldiğinde ölümün hızlı seçeneği vardır. yaşam ve ölüm arasındaki çizgide amaçlarına ulaşmış olmak önemli değildir.hepimiz yaşamak isteriz.ve hayatımızın büyük bir bölümünde mantığımız çerçevesinde, isteklerimizi yaparız. ancak amacımıza ulaşamadan yaşamaya devam etmek korkaktır.bu tehlikeli ince bir çizgidir.amacına ulaşmadan ölmek bir köpek gibi ölmektir, fanatikçe ancak bunda utanç yoktur.

Samurayın yolu”nun içeriği budur. Her sabah ve akşam kalbini doğru ayarlarsan vücudun iflas edene kadar yaşayabilirsin.özgürlük böyle kazanılır.  İşçi olmak başkasının efendisine uşaklık etmekten farklı değildir. Bu iyi ve kötü arasındaki seçimi efendiye bırakmak ve kişisel ilgilerden vazgeçmek demektir. Eğer böyle iki üç adam varsa bahşiş güvendedir. Efendi ve uşak arasında sadakatin önemli olduğu söylenir. Elde edilmez olsa da bu gözler önündedir. Eğer kendini buna ayarlarsan harika bir hizmetkar olursun. Ölümü hakkında bir fikre sahip olmayan kişi kötü bir şekilde öleceğini garantilemiştir. Ölümünü belirlemiş olan kişi ise asla değersiz olamaz.kişi bu endişe üzerinde çalışmalıdır. 

Eğer biri samuray olmakla ilgili bir şey söyleyecekse, temeli ruhunu ve vücudunu efendisine nasıl adadığı ile ilgili olmalıdır. Bunun ötesinde ne olduğunu soran kişiye verilecek cevap ise “kendini zeka, insanlık ve cesaret ile bilemek” olmalıdır. Sıradan bir insan için bu üç değeri bir araya getirmek mümkün gözükmeyebilir ancak kolaydır. Zeka, olayları başkalarıyla tartışabilmekten fazla birşey değildir. Sonsuz hikmet böyle kazanılır. İnsanlık, başkaları için yaptığımız şeylerdir. Kendimizi başkaları ile kıyaslamak ve onları öne çıkartmaktır. Cesaret birinin dişini kırmaktır. Sadece bunu yapmak ve zorlamaktır, çevredekileri önemsememektir. Bunların üzerinde olan şeylerin bilinmesi gerekmez. Kişisel görünüş, konuşma tarzı ve kaligrafi önemlidir. Ve bunlar günlük işlerdir, çalışarak ilerletilir. Temelde güçlü olmak önemlidir. Bu özellikleri kazanmış bir kişi bizim uzmanlık alanımızın tarihini ve değerlerini anlayabilir. Daha sonra kendini geliştirmek için birçok sanatı inceleyebilir. Eğer baştan düşünürseniz hizmetkar olmak basittir. Ve bu günlerde işe yarayan insanları göz önüne alırsanız onların bu üç özelliğe sahip olduklarını görürsünüz.” 

Samuray ölmek için yaşadı. üstün ahlakları onları günümüze kadar taşıyan en büyük özellikleri. Asla gerekmedikçe öldürmediler. Ve öldürdüklerinde asla acıyı uzatmadılar. 

Japonların çok takdir edilen bir anlayışları vardır. Çirkin karşıladıkları bir olayın uzamasını, sürüncemeye girmesini sevmezler. Bu yüzdendir ki düelloları uzatmazlar ve çabuk olan çözümü seçerler. alıştığımız şekilde, kılıçları birbirine çarparak gürültü yapmazlar. Düelloları göz göze geldikleri anda başlar ve kılıçlar öldürmek için indiğinde savaşçılardan biri ölür. Beraberlik yoktur!