Fizikçi ve bu konuda birçok önemli ders vermiş, aynı zamanda doğu mistisizmi ile evrenin fizik kuralları arasında bir çok ilişkilendirme yaptığı makaleler yayınlayan Fritjof Capra kitabı. Antik yunan düşüncesi, Zen Budizmi, Hinduizm, Taoculuk gibi bir çok öğretinin özlü sözlerle okuyucuya bilgi vermesiyle başlar. “Kuark simetrileri yeni bir koan mı?”; kitabın içindeki ilginç bölümlerden biridir ki statik simetri yaklaşımlarına da atıfta bulunarak kuark simetrilerinin yeni bir koan olacağını belirtiyor. bu esasında dünyadaki islami motiflere baktığımızda aslında tamamen ters bir yöntemle uygulanmış. Cami vitrayları ya da işlemelerinin geometrik öğeler içermesinin anlamı cennete, iyiliğe güzelliğe giden yol olarak sembolleştirilmiş. Yani iki farklı görüş hakim. Antik yunan’da mükemmel daire kavramının da bu paralellikte olduğunu görebiliriz ama kitapta bunlardan bahsedilmemiş ki bir eksiklik olarak yorumlayabilmek farzdır bana…
Poul Anderson tarafından yazılan, harika bir bilim kurgu kitabıdır ki; Wesgorlar’a ve teknolojilerine dair fikirleri ve belirtme yollarını okurken, sıradışı deneyimler yaşattırma ihtimali büyüktür. Kitabın konusu şöyle anlatabilir, ingiliz ordusunun ortaçağ döneminde gökten inen bir disk içinden çıkan şeytanlarla karşılaşmasıyla başlayıp, bunu bir tanrı cezası olarak kaderlerine mahkum olacak şekilde takılırken, işgüzar ingilizin birinin salladığı bir okla şeytanların ölebildiği anlaşılınca, wersgorlar’ın planı ters tepiyor ve ordu tarafından esir alınıyorlar… Sonra da bu şeytanların! aletlerini iyice anlayan ingiliz ordusunda kutsal toprakları fethetme histerisi doğuyor ama uzaylı teknisyen kendi istasyon mekanına sürünce, ingiliz ordusu ile wersgorlar arasında amansız bir mücadeleye gark oluyorsunuz…
John Battelle’ın çok çok geniş bir araştırma olmadığının baştan söylenmesi gereken ve kesinlikle daha fazlasını misal Seth Godin tarzı bloglarda bulabileceğiniz, işin biraz endüstriyel biraz kurumsal, biraz da rekabetçi görünümüyle ele aldığı girişimciliğini ve Standford üniversitesi ‘ni yücelttiği, aynı zamanda Yahoo ile ortak yatırımcı bulmasının getirdiği baskıyı, biraz yönetim becerisini, biraz da internetteki portal tarihini ele alıp, sonrasında Google hizmetlerinin hangi zamanda, neden inovatif olduğunu anlatan ve bir çarpıcı gelişme olarak “arama” kavramının önemine dikkat çekip, insanların henüz “advanced search” (Gelişmiş Arama) kullanımının -her Google kullancısı baz alınarak- %5 i aşmadığının güncel tespitiyle de ‘advanced search’e yatırım yapan Google’ın, ilerde bu alanı da parselleyeceğini ve ‘simple navigation'(basit navigasyon) artısıyla farklı bir ‘web interface’ devrimi yaptığının altını çizeceğini söyleye söyleye çabucak biten kitabı…
Kurgusu iyi, çevirisi ise bana iyi gelmeyen, Dante hakkında ve Dantecilik sırat’ında, kimlerin cennette, kimlerin cehennemde olduğuna tanrısal bir balık atlamayla bulaşan bir Matthew Pearl romanı… Sonrasında İlahi Komedya’yı tekrar okutabilecek kadar meraklı bir cinayetler serisinin ters köşesinin sonu değil, Dante’nin kendisi olduğu, tek seyirlik, 500’e yaklaşan sayfa süresince ‘istikbal dantededir’ propagandası.. Harvard’a ve Poe’ya az çok imaj zedeleyici laf soktuğu da vakidir..
Aynı zamanda avukat olan ve Türkiye’deki mezhep, kültür ve dini düşüncelere hukuki açıdan bakarak yazmış olduğu bir çok kitap bulunan, aynı zamanda şiir,tiyatro alanlarında da kitapları bulunan, makalelerinin bir kısmı insan hakları üzerine olan araştırmacı yazar İsmail Metin’in Osmanlı İmparatorluğu’nun hukuki yapısına göz gezdirip ve kitabın başlığına uygun yorumlar getirdiği, oldukça iğneleyici cümlelerle bezendiğini söylemekten geri kalınmaması gereken, padişah ölümleri, şeriat sisteminin işleyişi ve cezaların uygulanması gibi durumları örnekleri, elinde bulunan tarihi kaynaklardan derleme usulü alıntılarla iliştiren ve bunları yorumlayarak sizlere yalnızca kendi bakış açısını aktaran ve Osmanlı’nın işkence yöntemlerine dair geniş bir şekilde detaylandırılmış bilgiler bulunan kitabı.
Michel Foucault’un, kimi zaman kendi eşcinselliğinin savunması olarak algılattıran kitabıdır. Akolasia ile Aphrodisia arasında ne fark var desen, bu eser tam üstüne bastın tadında farkları ortaya döker. Foucault’un iktidar ile cinselliğin arasındaki ilişkiye dair yorum verme takıntısı nedeniyle hazzın ahlak çerçevesinde çıkardığı sorunların masaya yatırılmasının dışında, cinsel perhiz nasıl ve niye yapılır, haz neye denir ve nasıl kısıtlanıra dair, antik yunan olimpiyatlarında oğlancılık kisvesi altında nasıl götürülmüştüre , klise nasıl otorite rolünü üstlenme hakkını elde etmiştire, Klasik Yunan niye bu kadar bas bas ‘erotiğiz biz’ diye bağırırından tut sosyolojik nedenleri ile ilgili, biyolojik olarak hazzın kullanımındaki bazı riskler, analizler, tespitler ve tarihi bilgiler veren, evlenmenin erdemli örüntüsüne dair kişisel yorumlarını da katıp, özneleştirdiğimiz cinselliğimiz nerde başlıyor, kimlerin tekelinde gelişiyor ve bitiriliyor kısmında doğru ve akıcı adımlarla sonuca götüren ve en sonunda bu eşcinselliğinin savunma bahsinde dediğim duruma binaen “gerçek aşk” kavramını oğlancılık ve eşcinsellik ağırlıklı olarak öykündürtme propagandası sezdiğim iyi bir iki ciltlik cinsellik tarihi kitabı….
500 küsür sayfalık bu kitabı, kitapçıda elime aldığımda ilk dikkatimi çeken , “Fizik hakkında yazılmış en komik kitap” olarak nitelendirilmesiydi ve direk tahrik etti. Leon Lederman’ı da ciddi adamdır diye biliyoruz tabii. Tam zen öğrenme metodlarıyla anlatımlanmıştır diyerek kandım, iyi de etmişim. Argo dil yapısından tarihteki kişilerin deneylerine, leptonlardan görecelik kuramına bir çok kavram, belki de atom altı gibi bilinç altında bana hep gülümseyen suratları hatırlatmıştır. Leon Ledarman da nefis bir üslupla bunu başarmış biri, kuantum fiziği de bu kitabın temeli. Tarihteki Democritus’tan Bohr’a Carl Sagan’dan Newton’, atomun minicik boyutlarına bir çok evren sığdırmış insanların ilk başta hayali olarak görünebilecek ama aslında gerçeğin ta kendisiyle yüzleşeceğiniz harçları birer birer atacaktır beyninize… Democritus’la Ledarman’ınn çok keyifli bir sohbeti de vardır ki ansızın idrak ederse okurken hamaktan düşürebilir adamı..
Kanımca konusunda yazılmış en doyurucu kitaplardan biridir. Vakti zamanında Dna’nın moleküler yapısını keşfiyle nobeli de alan Ordinaryüs Profesör Francis Crick’in beyin davranışlarımızın, düşünce katarlarımızın dışında en can alıcı bölümlerden biri olan görmenin nasıl yaşandığına dair bir çok resimler, deneyler, beyin ve göz biyolojisi, gözün bilinçle olan ilişkisi gibi detaylandırması zor, yorucu olmayan ama yavaş yavaş hazmedilecek bilgilerin bulunduğu bir kitap. Özgür irade sorununu ise biraz yavan kalmış bir şekilde açıklasa da tam anlamıyla bilimsel bir kuramı ortaya koyacak kadar nitelikli,dizini,indeksi, kaynakçası gibi şeyleri tam, tatmin edici kitap…
Betimlemeleri ve mahkumun sözleri ile insanı düşündürten, bunun yanısıra, sözlerin felsefik boyutları da gözardı edilemeyecek nitelikte olan, romanın yazılış amacının, idam cezasının hem trajik hem de saçma yönünü göstermek olduğu söylense de katılmadığım, romanda idam cezası konusunda yorum yapmaktan çok insan, hayatı ve anlamsızlığı üzerine yoğunlaşmış gibi göründüğünü düşündüğüm ve bu anlamda Mar Adentro filmini izlerken hatırladığım, bir çoğu fransız kültürü üzerine olan dip notların fayda unsuru taşıdığı, Victor Hugo’nun genç yaşta yazdığı romanı…
Edmund Blair Bolles imzasına sahip, düşünmek, üretmek ve saygı duymak adına oldukça nitelikli bir araştırmanın/derlemenin ürünü bir popüler bilim kitabı Galileo’nun buyruğu.
Kitabın isminin Galileo’nun buyruğu olmasının sebebi, Galileo’nun buyruk olarak alınabilecek tek şeyin bilimde saklı olduğunu düşünmesi ve yalnız bilimin argümanlarına riayet edecek bir insanlığın bizleri düzlüğe taşıyacağını öngörmesi…
Continue reading »
Eski yazılar uzmanı Frederic Barbier ve Catherine Bertho Lavenir tarafından yazılan ve iş nedeniyle satın alınıp okunan bu kitap, ‘medya nedir?’ sorusuyla başlayan, matbaa, televizyon, video, radyo, internet gibi kitle iletişim araçlarının tarihine uzanan, sanayi devriminde , rejimlerin gölgesinde, devrimlerde ve bunları tüketen son kullanıcının gözünde nasıl uyuşturulduğumuzu, diğer yandan işin içine girmiş medya patronlarının ajitasyon yüklü kitle iletişim politikalarını bulabileceğiniz, ekonomik buhranlara, çok boyutlu korsan yayıncılığa, popülerite kokan entel maskelere ve bazı kanaat liderlerinin nasıl medyada boy gösterip tüketim alışkanlıklarını değiştirdiğine dayanan nedenlerle bağlayıp son sözü de internete dayandırırak, usenet, üniversite serverları, sanal gerçeklik, cemaat tasarımı gibi unsurlarla bu kadar enformasyon yükünü taşıyan insanın olmasıyla avantaj kazanan medyanın, sanal ya da reel karmaşıklıkta her türlü paparayı size çaktırmadan atıp cebinizdeki, aklınızdaki ve yaşantınızdaki size ait şeyleri sömürebileceğinin kanıtı olacak araştırma kitabıdır.
İlk baskısını 1976 yılında yapmış Sirius Gizemi’nin dışında elinizde olacak 526 sayfalık kitap ise yeni eklenmiş ve güncellenmiş bilgilerle sunulan hali. 1976 yılında yapılan baskısı, resmen ‘dünyayı sallamış’ diyebilirim. Yayınlandığı gün The Times ve Telegraph’ta olumlu eleştirilerle karşılaşmış. İngiltere bu kitabı çok sevmiş ve kısa sürede Best Seller’ın zirvesini kapmış. Keza Almanya’da da durum aynı. BBC, Time, Abd’deki basın ve yayın kuruluşları bu kitaba aşırı ilgi gösterenlerden. ancak herşey o kadar da güzel gitmemiş. Amerikan örgütlerinden gelen tehditler ki, aşırı dinsel konuları sarsıcı açıklamalar bulunan kitap için normal bir tepki. Bunun dışında televizyon yapımcıları, yazarı programlarına davet ettiklerinde, hükümetlerin gizli servis teşkilatlarından tehdit telefonları almış. Yazar Robert Temple’da bu duruma kayıtsız kalmamış ve uzun bir süre saklanma ihtiyacı hissetmiş. sır küpü Nasa ise, kitabın bilimsel değerlerden uzak olduğunu belirtmiş. Ancak bunu yaparken, gizlice Robert temple’la bağlantı kurmayı da ihmal etmemiş.
Tipik bir çokkonulu araştırmacı olan Temple, geçmişin ve geleceğin tek bir sonuca vardığını anlatmakta zorlanmamış… Konuya tek bir noktadan giriyor: dogon kabilesi. Bu enteresan kabileyi bilmeyenleriniz için açarsam:
Continue reading »
Orjinal adı “Espri ve Esprinin Bilinçsizce İlişkileri” olan, tarih boyunca gözlerden kaçtığına ve yeteri kadar önemle anılmadığına inandığım bir Sigmund Freud kitabı. Özellikle nükte, nüktedanlık ve bunlar arasındaki ruhbilimsel ve rüya ile olan ilişkileri, esprinin yarattığı haz ve espri çeşitleri konusunda nefis olmakla beraber, ‘hepimizin bildiği gibi bir espiriyi anlatmak kadar zor ve hoş tad bırakmayan his yoktur’ olgusunu Freud, -kendi tabiriyle- zorlanarak da olsa başarıyor. Kitapta geçen genel hava, Jean Paul Richter, Thedore Vischer, Kuno Fisher ve Thedore Lipps gibi daha önce bu konuda az ve öz yazan düşünürlerin çerçevesinde başlar ve akabinde nüktenin söz oyunları, elemanlarına ayırma, mecazi anlam, ikircil kullanımı , yoğunlaştırma gibi teknikleriyle bence nefis bir şekilde anlatır. Sonra Victor Hugo’nun “Hernani” adlı eserinin, William Shakespeare’in “Bir yaz gecesi rüyası” gibi komedilerinin ve tabiki Hamlet’ten bazı pasajlarını da bu teknikler dahilinde analiz ederek ortaya harika bir başvuru kaynağı çıkarmıştır Freud.
Kitaptan aldığım notlarım dahilinde alıntılayacağım bazı tanımları vermek bu konu hakkında iyi bir başlangıç olacaktır.
Geçtiğimiz onca yüzyılın düşünsel buhranında, postmodernizmin yarattığı tehlikenin takkesinin göründüğü ve tam adı, “Son moda saçmalar: Postmodern aydınların bilimi kötüye kullanmaları” olan ve iki fizikçi ki biri Sokal Vakası’nın başkahramanı Alan Sokal olan, diğeri de Jean Brichmont tarafından yazılmış, günümüzün aydın, medya, eleştiri, saptırma, yapıbozumculuk gibi konularına değinen çok önem verdiğim bir kitaptır. eksiksiz dipnotlarından saptamalarına kadar bu kadar zengin bir araştırma perspektifi için oldukça uzun araştırmalar yaptıkları aşikar. bu yüzden bu kitaba uzunca ve bölüm bölüm anlatımlarla aktarmanın doğru olacağını ve kitabın mesajını daha iyi aktaracağını düşündüğüm bir inceleme yapmak istiyorum.
“Bir aralar tartışma programlarının gözdesi eski mimar ve gazeteci Aydın Boysan nasıl bilim kurgu romanı yazardı?” sorusunun cevabı…
Roman, 2046 yılında Rumelihisarı’nda bir restoranda başlıyor. Restoranda yemek yiyen yedi kişilik bir arkadaş grubu, meçhul bir gök aracı tarafından kaçırılıyor ve kapo gezegenine götürülüyor. İşte roman da bu yedi kişinin kapo gezegeni’nde başlarından geçen olayları anlatıyor. Pek fazla heyecanlı maceralar değil daha çok gezegenler arası yakınlaşma ve bilgi alış-verişi temeline dayalı olaylar anlatılıyor hikayede. Teknolojik olarak dünya’dan oldukça ileride olan kapo gezegeni ve halkını tanımaya yönelik bir gezi aslında dünyalılar’ın gerçekleştirdiği. Bütün kitap boyunca çeşitli vesilelerle kapo toplumunun ekonomik, sosyal ve bilimsel gerçekleri hakkında bilgiler ve bu vesile ile aynı alanlar hakkında çeşitli fikirler ve tezlerden de söz edilmiş olunuyor kitapta.
Continue reading »