Mar 062011
 


Compania Antonio Gades: Kanlı Düğün ve Suite Flamenco  - Federico Garcia Lorca

“Ay, bu ne çılgınlık!
Seninle ne yatak paylaşmak istiyorum
ne sofra
ve bütün gün, her dakika
yanında olmayı özlüyorum
sürüklüyorsun beni,
gidiyorum,
dönmemi söylediğinde de
uçarak seni izliyorum,
havada bir tutam ot gibi.
Terk ettim sert bir erkeği
ve bütün sülalesini
düğünün tam ortasında,
tacımı taktıktan sonra.
Cezasını sen çekeceksin,
ben istemiyorum çekmeni.
bırak beni! Kaç, kurtul!
Kimse engellemiyor seni!”

/ Federico Garcia Lorca – Kanlı Düğün’nden

Hakkında en çok kitap yazılan ve inceleme yayımlanan İspanyol oyun yazarı ve halk şairi özelliğine de sahip Federico Garcia Lorca’nın 1932’de yazdığı ve “Köy Trajedileri” üçlemesinin ilki olma özelliği taşıyan ve orjinal adı “Bodas de Sangre”(Blood Wedding) olan “Kanlı Düğün”, 2004 yılında hayatını kaybeden ve flamenko deyince akla ilk gelen isimlerden biri olan dansçı ve koreograf Antonio Gades tarafından 1974 yılında ilk kez baleye uyarlanmıştı. İspanyol yönetmen Carlos Saura’nın İspanyol kültürüne, dansa, flamenkoya olan tutkusu “Kanlı Düğün” ü ve flamenkoyu daha da bilinir kılarken, dans performansı olarak da Dünyanın bir çok yerinde sahnelendi. 5 Mart 2011 akşamı ise Gades’in ismini yaşatan Gades Topluluğu tarafından, artık Lorca’nın, Gades’in ve Saura’nın “Kanlı Düğün”ü de diyebileceğimiz 6 bölümden oluşan bu eser, Cemal Reşit Rey Konser Salonu‘nda tekrar hayat buldu. Gösterinin ikinci bölümünde ise yine Gades Topluluğu’nun koreograflığında “geleneksel flamenko”’nun özelliklerini neredeyse Antonio Gades ismiyle anılan Farruca formuyla, 8 bölümden oluşarak sunulan yanık ağıtlar, agresif ve tutkulu bakışlar ve sert topuk sesleriyle katışan alkışların mest ettiği dans gösterisiyle tamamlandı.

İspanya kültürü için resim sanatı konusunda Salvador Dali nasıl büyük bir basamak ise şiir konusunda Federico García Lorca için aynı yeri hakettiğini söyleyebiliriz.Şairliği dışında ressam ve piyanist olan Lorca’nın, Endülüs köylerinden New York’a, Bounes Aires’e ve tekrar Madrid’e, ve nihai olarak İspanyol iç savaşında sağcı falanjistler tarafından kurşunlanarak öldürüldüğü Granada’ya varan yaşam yolculuğunda bir çok şiir, düşünce, temsil sığdırma başarısı göstermiştir. Arjantin’de Pablo Neruda ile de yolları kesişen, sıkı arkadaşı olan Neruda’nın kendisinden oldukça etkilendiği ve kendisi için yazdığı şiiri bir çok şiir meraklısı ve tarihçi tarafından bilinmektedir. Lorca için şöyle diyordu Neruda : Continue reading »

Şub 062011
 

Çığ - Tuncer Cücenoğlu - Kemal Başar - İstanbul Şehir Tiyatroları

“Nasıl ki ölümü hesaba katmayan yaşamlar yaşayan insanların yaşamları anlamsızdır

– aynı şekilde,

ölüme bilinçle giden yaşamlar yaşayabilen kimi insanlar,

yaşamlarının son anlarıyla,

ortaya yoğun anlam birimleri koyabilirler.”

/ Oruç Aruoba – De Ki İşte’den

40’ı aşkın ülkede Matruşka, Boyacı, Helikopter, Kördövüşü, Sabahattin Ali, Che Guevera ve Şapka gibi oyunlarının sahnelendiği toplumsal ve bireysel sorunlar üzerine yazdığı oyunlarla adını söz ettiren oyun yazarı Tuncer Cücenoğlu’nun, çığ tehlikesi baskısı altında yerleşen korkunun töreyi,otoriteyi kurumsallaştırmasını sağlayacak şekilde itaate dönüşmesiyle, bu vesileyle altında ezilen insani unsurların suskunluğu tandansıyla kurguladığı ve 2002 yılında basılmış“Çığ” oyunu, Cücenoğlu’nun 40. sanat yılını kutladığı 2011 yılında, İstanbul Şehir Tiyatroları’nda tiyatro sanatçısı,yönetmen,oyuncu,çevirmen ve tiyatro eğitmeni, Requiem, Eğri Büğrü gibi yabancı oyunları Türkçe’mize kazandırmış Kemal Başer’in yönetmenliğini, Özge Ökten’in dramaturgluğunu ve Can Atilla’nın müziklerini üstlenerek oynanmaya başladı.

70 kuşağı yazarlarından Tuncer Cücenoğlu’nun yalın bir dille karakterlerine hayat vermesi ve mekanla veya toplumsal, ideolojik veya bireysel bir sıkıntıyla daraltılarak ve bu baskı sayesinde kontrol altında tutulmak istenen insani duygulanımın engellenmesiyle insanlar ve metinler arası ilişkinin form, yer ve zaman değiştiren insanı, özgürlüğü, düşünceyi ve otoriteyi sorgulattıran ve bunları bahsi geçen yalınlığın içerisinde evrensel bir düzleme sokarak özgürleştiren bir yazar olarak tanınıyor.

Çığ - Tuncer Cücenoğlu - Kemal Başar - İstanbul Şehir Tiyatroları

Yazarın Çığ’la da böyle bir düşlemin içerisine seyirciyi soktuğu oyunda, zaman,din, mekan veya coğrafya üzerine herhangi bir bağdaştırılmanın yapılmamasıyla , eleştirmenlere zengin sembolizmaları kullanma imkanı tanınmakla beraber, ilham aldığı anının Doğu Anadolu’da geçmesiyle de gerçekçi bir temel de kazanıyor. Cücenoğlu, oyunun oluşum sürecini şöyle anlatıyor:

“Bir gün değerli yönetmen dostum Yusuf Kurçenli ile söyleşiyorduk. İlginç bir durum anlattı bana… ‘Doğu Anadolu’ da, çevresi dağlarla çevrili bir yerleşim biriminde yaşayan insanlar, kesinlikle yüksek sesle konuşamazlar, kahkaha atamazlar, kısacası gürültü yapamazlarmış… Çünkü yapılan gürültü patırtı çığ düşmesine neden olurmuş. İşin ilginç yanı çığ tehlikesinin, yılın dokuz ayında söz konusu olmasıymış. Bu insanlar yılın yalnızca üç ayında bağırabilirler, silah atabilirler ya da çocuklarını doğurabilirlermiş.”

Bir Parmak Çığlık Boyundan Cesaretlenen Çığ’ın Altında Aranan  İnsanlık Tasviri

Continue reading »

Eki 132010
 

Leyla'nın Evi - Zülfü Livaneli - Nedim Saban - TiyatroKare- CKM - Afiş

“Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerine güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak…

Sular sarardı.. yüzün perde perde solmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…
Eğilmiş arza, kanar muttasıl kanar güller,
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
Sular mı yandı? Neden tunca benzemiyor mermer?

Bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta!”

/ Ahmet Haşim – Merdiven şiiri..

Zülfü Livaneli’nin “Mutluluk” romanından sonra gelen, 2006 yılında aynı adla yayımladığı ve 60’dan fazla baskı yapan Leyla’nın Evi, Nedim Saban yönetiminde Caddebostan Kültür Merkezi’nde 8 Ekim günü sahneye kondu. Hiç bir boş koltuk kalmadan izlediğimiz ve seyircinin yaş ortalamasının da ilk bakışta 40 üstünde olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğimiz oyunu , kitaptan tiyatroya Zeynep Avcı uyarlarken, dekoru ise bir çok ödüle sahip ve daha önce bu platformda yer verdiğim “Dünya’nın Ortasında Bir Yer”’in harikulade dekorunu da yapan Nurullah Tuncer’e ait.
Zülfü Livaneli kitabının tanıtım yazısında karakterlerini şöyle tanımlıyor:
“Kimi zaman bir savaş bir kentin, bir ülkenin kaderini değiştirir, kimi zaman bir tek kişi koca bir ailenin…

Leyla: Yalılarda doğmuş büyümüş bir paşazade, bir Osmanlı soylusu…
Ali Yekta: Uşaklık kaderini değiştirme ihtirasıyla yanıp tutuşan bir İstanbullu…
Rukiye-Roxy: Almanya’da doğmuş, seks modelliği yapmış bir hip-hopçı…

Kentlisi-köylüsü, varsılı-yoksulu, din hocası, söz sahibi bankacısı, gazetecisi… Her birinin bir nedenle ötekinin yaşamına girdiği, onu değiştirdiği günümüz Türkiyesi… Ve bir roman kahramanı gibi öne çıkan pırıltılı Boğaziçinde, Bosnalılar Yalısının ilginç dünyası…”

İyi bir eğitime sahip bir şekilde yetiştirilen ,yaşı oldukça geçkin Leyla Bosnalı, savaş yıllarında, birbirine aşık olan bir İngiliz subay ve bir Osmanlı yalı kızı anneden dünyaya gelmiştir. Annesini meydana gelen aşk sonucu, “gavurla beraber olma” nedeniyle aile içi cinayetten kaybeden Leyla Hanım, bu süreçte piyano,yabancı dil, bahçe bakımı gibi bir çok eğitimi de almış ve yalısında oturmaktayken, birden zengin bankacı Ömer ve eşi Necla çifti tarafından elinden alınmıştır.

Leyla'nın Evi  - Zülfü Livaneli - Nedim Saban - Tiyatrokare- CKM

Eki 102010
 

Tehlikeli İlişkiler - Choderlos De Laclos - Christopher Hampton - Alexandar Popovski

“aşkı en çok hak edenler,
aşkta mutluluğu asla bulamazlar.”

/ “Tehlikeli İlişkiler” oyunundan

Observer gazetesinin belirlediği “tüm zamanların en iyi 100 romanı” arasında 8. sırada yer alan, Milan Kundera’nın “Yavaşlık” adlı romanında “bütün çağların en büyük romanı” ifadesiyle bahsedilen, Choderlos de Laclos’nun 1782’de yayınlanan “Tehlikeli İlişkiler” (Les Liaisons Dangereuses / Dangerous Liaisons) bir çok filme ve operaya uyarlandığı gibi tiyatro uyarlamaları da seyirci tarafından ilgiyle izlenmeye devam ediyor.

İngiliz yazar ve yönetmen Christopher Hampton tarafından aynı adla tiyatroya uyarlanan Tehlikeli İlişkiler, İstanbul Şehir Tiyatroları’nın da 2010-2011 sezonu oyunları arasında Aleksandar Popovski yönetiminde yerini aldı.

Günümüz kuşağının daha çok, Stephen Fears’ın yönettiği , 1988 yapımı ve Glenn Close, John Malkovich, Michelle Pfeiffer, Keanu Reeeves ve Uma Thurman tarafından baş rollerinin paylaşıldığı ve 7 dalda Oscar adayı olan, bunlardan “ En İyi Uyarlama Senaryo”, “En İyi Sanat Yönetimi” , “En İyi Kostüm” dallarında Oscar’a kanımca haklı olarak layık görülen “Dangerous Liaisons/Tehlikeli İlişkiler” filmi ile tanıdığı, hemen hemen birbirine çok yakın senaryo metinlerinden oluşan tiyatro uyarlamaları da oldukça geniş kitleler tarafından izlendiği bilinmektedir. Şu sıralar Broadway’de sahnelenen Daphne du Maurier’in romanı Rebbecca’nın müzikal hale getirilmesine katkı sağlayan İngilizce çevirisini de yapmış Christopher Hampton, 1988 yapımı bu filme de yaptığı senaryo uyarlaması nedeniyle Oscar Ödülü kazanmıştı.

Continue reading »

Tem 122010
 

Devr-i İstanbul  - Darülbedayi - Harbiye Muhsin Ertuğrul - 3 Temmuz 2010 - Tiyatro

“Bu şehr-i Sitanbûl ki bî-misl ü behâdır
Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedâdır

Bir gevher-i-yekpâre iki bahr arasında
Hurşîd-i cihân-tâb ile tartılsa sezâdır

Altında mı üstünde midir cennet-i a’lâ
Elhak bu ne hâlet bu ne hoş âb u hevâdır

İnsâf[ı] değildir anı dünyâya değişmek
Gülzâr[ı]ların cennete teşbîh[i] hatâdır

İstanbul’un evsâfını mümkün mü beyân hiç

Maksûd[ı] hemân sadr-ı kerem-kâra senâdır

Ez-cümle Nedîmâ kulun ey Âsaf-ı devrân

Müstağrak-ı lütf u kerem ü cûd u atâdır”

/Şair Nedim

2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul projesi kapsamında, 3 Temmuz 2010 İstanbul Şehir Tiyatroları’nca Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde ücretsiz sergilenen, Can Doğan’ın tasarlayıp ve yönettiği Devr-i İstanbul, bir yandan İstanbul tarihini paleotik çağdan günümüze ele alırken, diğer yandan da bu tarih sürecinde ve bu topraklar üzerinde yaşamış olan nice insanın giymiş olduğu kıyafetlerinin müzikal bir gösteri eşliğinde nasıl evrim geçirdiğini de anlatıyor.

Devr-i İstanbul  - Darülbedayi - Harbiye Muhsin Ertuğrul - 3 Temmuz 2010 - Tiyatro

Devr-i İstanbul  - Darülbedayi - Harbiye Muhsin Ertuğrul - 3 Temmuz 2010 - Tiyatro

Devr-i İstanbul  - Darülbedayi - Harbiye Muhsin Ertuğrul - 3 Temmuz 2010 - Tiyatro

Dramaturgluğunu Özge Ökten’in, sahne tasarımını Mehmet Emin Kaplan’ın, kostüm tasarımını Eylül Gürcan’ın, müzik direktörlüğünü Murat Bavli’nin, koreografisini Senem Oluz’un ışık tasarımını Fatih Mehmet Haroğlu’nun, yaptığı oyunda; Aslı Narcı, Berk Samur, Berna Adıgüzel, Caner Bilginer, Cem Uras, Ceysu Aygen, Cihan Kurtaran, Doğan Şirin, Göksel Arslan, Hanife Ser, İrem Aydın, Melisa Demirhan, Murat Bavli, Murat Üzen, Nurdan Kalınağa, Pelin Budak, Pınar Aygün, Tankut Yıldız, Tolga Coşkun, Tuğrul Arsever, U. Arda Aydın, Ümit Daşdöğen, Volkan Ayhan, Y. Arda Alpkıray rol alıyor.


Continue reading »

Nis 212010
 

Musahipzade Celal Bey - İstanbul Efendisi - Tiyatro

İstanbul Şehir Tiyatroları’nda geçmişten gelen bir tiyatro yazarımızın, katip ve Osmanlı içtimai yapısı ve adetleri konusunda incelemesi olan , Musahipzade Celal’in(1868-1959) 1913’de yazdığı oyunu İstanbul Efendisi, günümüz tiyatrosunda seyircinin beklentilerini ve arayışını fazlasıyla karşılık veren ve -tarihi bir tesadüf sonucu- yenilenen Harbiye Muhsin Ertuğrul sahnesinde izlemenin de ayrı bir keyif verdiği ve Engin Alkan’ın zeka dolu yönetmenliğiyle ilerleyen bir oyun.

Osmanlı döneminde İstanbul Efendisi olan Salveti Efendi’nin kızını evlendirme öyküsünü mizahi bir dilde anlatan oyun, kalabalık kadrosunun tam bir ekip başarısı göstermesinin dışında, Türk/Ermeni ve Rum şarkılardan oluşan müzikalite, dans, kostüm,makyaj ve dekor açısından da doyurucu olduğunu söylemekte fayda var.

Musahipzade Celal Bey - İStanbul Efendisi- Engin Alkan

Oyuna ilişkin detayları anlatmadan önce, 1932 yılında Darülbedayi dergisinde Mehmet Şükrü tarafından kaleme alınan  “Celal Bey’le Konuştuklarım” başlıklı yazısında Musahipzede Celal Efendi’nin oyun anlayışını ve tiyatroya bakışını kendi ağzından dinlemekte fayda var: Continue reading »

Nis 042010
 

Dünyanın Ortasında Bir Yer - Özen Yula - Nurullah Tunce

“Söylenceyi erkek kurar da, acıyı kadının payına düşürürse, bu mudur erkekliğin yasası?”

/ Dünyanın Ortasında Bir Yer’den

Daha önce Devlet Tiyatroları tarafından oynanan, 24 Mart’tan itibaren Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde oynanmaya başlayan “Dünyanın Ortasında Bir Yer”, kadrosu, ödüllü yazar Özen Yula’nın kaleminden çıkan senaryosu, Gjerg Prevazi’nin koreografisi, Duygu Türkekul’un kostümleri, Can Atilla’nın müziği, oyunun hem yönetmenliğini hem de sahne ve ışık tasarımını yapan uluslararası ödüllere sahip Nurullah Tuncer’in dekoru ve oyunculuğuyla şiirsel ve ışık saçan, Türkçe dışında Rusça, Arapça, Azerice, Boşnakça , Arnavutça ve İngilizce dilleriyle oynanmasıyla farklı bir tragedya deneyimi sunuyor izleyenlerine.

Oyun, çoklu kültürler konusunda, Hans Zimmer’in komposizyonlarından hiç de aşağı kalmayan müzisyen Can Atilla’nın “Mevlana’dan Çağrı” albümünün açılış parçası olan ” Belh” müziğinin temposu eşliğinde, Irgat Kadınlar Korosu’yla şöyle başlıyor:

“Bu dağlar kimin? Emre Bey’in.. Bu bağlar kimin? Emre Bey’in.. Bin yıllık taşlar, düz ovalar kimin? Emre bey’in… Bizim sahibimiz kim? Emre Bey.. Emre Bey’in gönlü kimindir? Ahten’in. Ahten kimdir? Yüzü gülmez hanımıdır Ateş Çiftliği’nin. Derler ki Emre Bey’e bir cana malolmuştur bu yüzü gülmez yüzlü güzel. Derler ki adı Ahten yazar bu yüzüklerde, doğup büyüdüğü yer gibi. Ve yine derler ki iş tutanının söylencesidir hüzün…

İşte böyle başlar ateş söylenceleri…”
Mar 212010
 

Binali ile Temir- Murathan Mungan

“…
ayna, mithos ve öteki
özgeçmişin vazgeçilmez elementleri
Ayna.Anayurdu ayna hepimizin.İçinden çıkıp kavuştuk dile
ve eyleme geçtik, ve kendimizi sınadık
ağır taşlar koyduk kişiliğimizin köşelerine
yani kendi kanunlarımızı varlığımızın yerçekimine
bilmeden ve böylelikle bütün yolcuları yasakladık kendimize
kırılmıştı sözcükler, parçalanmıştı ayna
anladık imgemizin yalnızca bir kovuk olduğunu
ve bunu öğrenmenin göçünde
dağıldık kuzey yıldızlarına

..
/ Murathan Mungan- ‘Öteki mithosu’ şiirinden

1986’da Murathan Mungan’ın yayımladığı “Cenk Hikayeleri” adlı kitabındaki aynı adlı öyküsünden uyarlanan “Binali ile Temir”‘ tiyatro oyunu İstanbul Şehir Tiyatroları’nda sahnelenmeye devam ediyor.  Bir mağarada hayatta kimseyi tanımamış bir şekilde çobanlık yaparak yaşayan Temir ile yaralı olarak bulup onu iyileştirmeye çalıştığı eşkiya Binali’nin hikayesinde, bir de hikaye anlatıcı bulunuyor.

Tiyatronun içinde seyircinin arasında zaman zaman dolaşan, kıyafetleri atmosfere  uygun bir şekilde kötü kokan,  ışığın ve sahne dekorunun mistik bir şekilde kurgulandığı oyunda, hikaye anlatıcı olarak sesini kullanma ve çatışma duygularını vurgulama biçimindeki ustalığı ile Haldun Ergüvenç’in, genç çoban rolünde Gün Koper‘in ve Binali rolünde Ahmet Özaslan‘ın üstün performansı gerçekten izlemeye değer.

Binali ile Temir - Murathan Mungan

Murathan Mungan‘ın alışageldiğimiz, töre sorunları ve toplumsal rollerin dayatması üzerine ideolojik düşüncesi,  “Cenk Hikayeleri”ndeki diğer öykülerde olduğu gibi, arketiplere karşı yoğun ilgisi “Binali ile Temir” öyküsünün de odağında mevcut ve psikodinamik sembolizmaları da yoğun bir şekilde barındırıyor.

Bir mağaranın içinde 15 yaşında bir ergen olarak yaşayan çoban Temir , şimdiye kadar kimse ile konuşmamasının, yaşamamasının ve terkedilmiş bir “ben” e sahip oluşunun etkisinde bir bıçkınlığa sahipken, eşkiya Binali ise, çevre dağlara nam salmış, iktidarın zirvesinde , herkesin korktuğu bir figür olarak tasvir edilir.

Mungan’ın töreler ve kültürler içinden kaçırmadan masalsı bir üslupla getirdiği “erkeklik eleştirisi” ,ideolojik olarak bu öyküde de iki karakterin, birbirinin dünyasından ilk başta habersiz olarak evrimleşmesi ve sonrasında ta ki korkusuz ve yenilmeyi ölüm olarak gören eşkiya Binali’nin yaralı ve baygın bir şekilde Temir tarafından ormanda bulunmasının sonucunda oluşturularak, muhtaç Binali ve hakkında bir rol model olarak da özdeşleyim yaşayan Temir’in iktidarı elde etmeye susamışlığı arasında bir rol değişimine sahne olur. Continue reading »

Mar 052010
 

“…
Neden karşımızdakinin içindeki özü görmedik de
kendi özümüze ağ ören nefreti yakıştırdık ona
ve her gün kimse beni anlamıyor deyip
aslında herkesin şarkısını söyledik dört duvar arasında?
…”
/ Reha Başoğul- “Neden” şiirinden

Önceki yıllarda Kürklü Merkür, Karatavuk ve Böcek oyunlarını izlediğim ve daha çok Kürklü Merkür oyunuyla adından söz ettiren DotMarsta Tiyatrosu’nun “In-yer-face” akımını  devam ettirdiği ama biraz da bundan ayrıştırmak isteyen bir yazar olan Simon Stephens‘ın kaleminden çıkan  ve Türkiye ayağını Murat Daltaban‘ın yönettiği bir oyun “Pornografi”. Şehirleşme ve beraberinde getirdiği medeniyet kavramı üzerine kafa yoran ve komedi filmlerinden izlemekten hoşlanmayan, ayrıca şehire ve şehirleşmeye özel sorunlara dair bir teşhir merakını kolayca farkedebileceğimiz Simon Stephens’in, özünde bize sorgulatmak istediği soru keskin bir şekilde şu:  “Pornografi nedir?”

Pornografi9
Aslında bu soruya karşı cevapları bilindik ve yerinde ama gündelik düzlemde bunu ayrıştıramamızdan kaynaklı sıkıntı yaşayacağımızı da bilerek, çok yakın bir tarihte gerçekleşen bir dizi gerçek ve global olayın gündelik hayattaki karakterlere olan etkisini mercek altına alıyor.
Bu olaylar zincirindeki global ortamı anlatmak için BBC internet sitesinin Temmuz 2005 yılında en çok okunan konu başlıklarına dair seçtiğim Türkçe içerikli birkaç habere yer vermem gerekiyor: