“Çözdüm her şey çok basit
Denize doğru
Üç beş dakika yeter derdimi anlatmaya
Zaten çoğu şey değmez çok konuşmaya
Denize doğru
Düşlerimde bile kaçtım denize doğru
Aslında kaçmak değil sevgiye koşmak
Sessizdiler ama çoktular
Biraz deli biraz çocuktular
Denize doğru
Kolunu kaptıranlara çare bulunmaz
Yaşam bizden hızlı
Beklesen olmaz
Kararımı çoktan verdim
Denize doğru
Gülmez çünkü hiç bilmez
Dertleri ağır
Bütün kapılar çalınır
Ama bilgeler sağır
Mışlar mişler ne demişler
Burada bulamamışlar
Denize doğru
Gittim çünkü eskittim
Kentin sokaklarını
Kimsenin umurunda değil
Suratlar soğuk
Ardımda çok şey bırakmadım
Kalanları da almadım
Denize doğru
Adını düşürenlere üzülsen değmez
Sesini kaybedenlerin bir şarkısı olmaz
Kararımı çoktan verdim
Denize doğru”
/ Bülent Ortaçgil – “Denize Doğru”‘dan
Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi’nden Ferit Burak Aydar çevirisiyle çıkan, yazar Jonah Lehrer’in “Karar Anı” kitabı, hayatımızda verdiğimiz kararların, insanların akılcı varlıklar olarak, mantıklı kararlar alma yetisini başka bir perspektifte inceliyor.
Nobel ödüllü sinirbilimci Eric Kandel’in laboratuvarında, Le cirque 2000 ve Le Bernardin restoranlarında çalışan, Boston Globe ve Washington Post gazetelerinde, Nature, the New Yorker ve Seed dergilerinde yazıları yayımlanan bir yazar olan Jonah Lehrer’in daha önce “Proust bir Sinirbilimciydi” kitabı da bulunmaktadır.
Tarzı itibariyle “İrrasyonel” ve “Buyology” kitaplarını anımsatan “Karar Anı”nda, yazarın beynimizin hangi anlarda, nasıl karar aldığını incelemek ve yakınen tahlil etmek adına örnek aldığı olayların asıl kahramanları olan oyun kurucular, pilot, şarkıcı, yönetmen veya poker oyuncularıyla birebir görüşmelerindeki aldığı izlenimleri, sinirbilim çerçevesinde değerlendirerek okuyuculara sunuyor. Analoji olarak Nobel ödüllü psikolog Herbert Simon’un insan beynini makasa benzetmesini kullanan Lehrer, her bir karar anında makasın bir ucu olan beyni ve diğer ucu olan beynin faaliyet yürüttüğü özgül çevreyi bilim dergilerindeki referanslarını da inceleyerek çıkarımlara varıyor.
Kitap, 9 bölümde ‘karar anları’nı inceliyor:
1. Cepteki Oyun Kurucu
2. Dopaminin Tahminleri
3. Hisler Tarafından Tufaya Düşürülmek
4. Aklın Faydaları
5. Düşüncelere Boğulmak
6. Ahlaki Zihin
7. Beyin bir tartışma alanıdır
8. Poker Eli
9. Koda
“Cepteki Oyun Kurucu” bölümüyle başlayan kitap, bu bölümde üniversitelerin NFL takımlarının oyun kurucularını seçmek için Wonderlic testi adı verilen ve matematik ve mantık sorularından oluşan test sonuçlarındaki başarı kriterlerini kullananların, aslında bu kriterlere göre seçim yapmanın oyun kurucu seçiminde yanlış kararlara götürdüğü, çünkü mevcut oyun kurucularının kararlarını, çok kısa zamanda ele almasının etkili olduğunu belirterek başlıyor. Bir yandan akılcı bir varlık olarak insanın diğer yandan bir yarı hayvan olarak tutkuları ve ilkel arzularıyla var olması söz konusuyken, kararlarındaki rasyonelleştirme idealizminin, aslında sadece akli düşünceleri ile değil, duygularıyla da alması gerektiği savıyla Lehrer, Descartes’e göre akla sahip kutsal bir ruh ve mekanik tutkularla dolu olan beden olarak iki ayrı tözde incelenen varlığın, bu mekanik tutkulardan doğru kararlar çıkartabilmesi için vazgeçmemesi gerektiğini belirtiyor.
Örnek olarak ise, Elliot adında hastanın beynindeki bir tümörün alınması için gerekli ameliyat sonucunda IQ’sunda bir problem olmamasına karşın, “karar alma” mekanizmasının çöktüğü bir vaka gösteriliyor. İlginç bir şekilde sabırsızlık, öfke, üzüntünün olmadığı durumların ortaya çıkmasıyla ve diğer benzer duruma sahip hastalarda da aynı sıkıntının görülmesiyle şimdiye kadar duyduğumuz önermelerden farklı bir önerme ile Descartes’in yanıldığı belirtiliyor: Zira hissedemeyen beyin karar verememektedir. Bu açıdan bakıldığında ise ateist düşünür David Hume’in aklın tutkuların kölesi olarak kararlar aldığına dair fikrin haklı olduğu ortaya konuyor.
Beynimizde Orbitofrontal korteks(OFC)’in duyguların karar alma süreciyle bütünleştirmekten sorumlu bölge olarak, beyin sapı ve limbik sistemimizde yer alan amigdalanın doğurduğu duyguları bilinçli düşünce akışına bağlayan alandır. OFC’nin beynimizden alınmasıyla ‘hangi kalemi satın almalıyız?’, ‘hangi yemekten yemeliyiz?’ gibi temel sorulardaa bile karar alamadığımız ortaya çıkmış. Bu şekilde daha akli kurgulara dayanan belgesellere nazaran filmlerde, öğrenme ve karar alma mekanizmalarımızı tetiklemesinin yine filmlerin duygu içermesi ve hikayesiyle kavramsallaştırılabilmesi sonucuna bağlanıyor.
Amerikalı psikolog William James‘in akılcılığı eleştirisi de bu anlamda yazarın görüşlerini teyitler nitelikte. Keza James, Platonculuğun insanın içgüdülerinin esiri olarak aşağılamasını aslında itkilerimizin her daim kötü etkiler bırakmadığını vurgulamaktaydı. Önemli olan bilinç hali, duygusal veya akli sistemlerden ne zaman yararlanmamız gerektiğini bilmekte yatıyordu.
“Dopaminin tahminleri” bölümünde; bu duyguların tetikleyicilerinden biri olan dopaminin Wolfram Schultz tarafındanaraştırmalarla keşfedilmesi ve de, Parkinson hastalığının da “dopamin” eksikliğinden kaynaklı artması sonucu önemi şaşırtıcı derecede arttı. Schultz’un maymun deneylerinde dopaminin ödül motivasyonlarında harekete geçen “tahmin nöronları” olarak adlandırdı. Beklentilerimizin de hayal kırıklığına uğramasında dopamin eksikliğinin azalmasıyla yaşanan üzüntüyü yenmek için yine aynı tahmin nöronları vasıtasıyla, yeni bir haz verici ödül yaratıp bu beklentiyle dopamin seviyemizi arttırmaktayız. Nükleus akumbens(NAcc) beynimizin haz hislerinden sorumlu bölgesi olarak, bu bölgenin keşfini yapan James Olds ve Peter Milner, çeşitli deneyler sonucu sürekli bu bölgenin uyarılması, yani sürekli mutlu hissetmemizin ise ölümcül olduğu sonucuna da varmıştır!
Sinirbilimciler anterior singulat korteks(ASK) adı verilen ve dopamin eksikliğine yol açan bir neden sonuç ilişkisinde, “ben nerede hata yaptım” diyen alanın bu bölge olduğunu ve tıpkı OFC gibi bildiklerimiz ile hissettiklerimiz arasındaki iletişim kontrol edilmesine yardımcı olduğunu belirtmektedirler. Ani bir silah sesi, beklenmeyen bir ışık sonucunda ASK, talamusla irtibata geçerek, kan dolaşımını, adrenalin akışını ve kalp atışlarının hızlanmasını tetikler. Aslında bunu yapmasının sebebi geçmiş derslerimizi hatırlamak ve yeni duruma göre bedeni hazırlamaktır.
Hatalarından öğrenerek en iyi kararları veren beyin
Beyin, tüm bu dürtülere karşın, yüksek fanlarla ayakta kalan ve karar optimizasyonu yapmaya çalışan bilgisayarların yüksek devirli işlemcilerinin aksine, benzer derecede kararlar almak için bu kadar karmaşık bir sisteme sahip olmasına rağmen bir ampül kadar enerji yakar. Kıyaslamak için Lehrer, Kasporov ve IBM Deep Blue’nun birbirleriyle yaptığı satranç turnuvasından yola çıkarak bizi ilginç bir yöne sürüklüyor. IBM’in Deep Blue’sunu tasarlayan programcı Gerald Tesauro, Deep Blue’yu şimdiye kadar tüm satranç turnuvalarındaki ustaların hamlelerini yükleyerek, Kasporov karşısına çıkmıştı. Bu çarpışmalar sonucunda Tesauro ilginç bir keşif yaptı: Kasporov’un nöronları, kendilerini eğitmişti. Bu bilgi ışığında tavla programı üzerinde yoğunlaşan Tesauro, ustaların hamlelerini baştan yüklemek yerine, programın sayısız oyun sonucunda yapmış olduğu hataları ile acemilikten başlamasına izin vermiş ve süreçteki hatalarından ders çıkaran bir yazılımı hayata geçirmişti. 200 bin oyunun sonunda, Kasparov gibi deneyimlerinden faydalanan ve TD-Öğrenme metodunu kullanan bu yapay zeka sayesinde, stratejik açıdan en iyi kararları veren tavla yazılımı, bir çok ustayı altetmeyi başarmıştır. Haliyle “hayal kırıklığı eğiticidir!”
Iowa Kumar testine benzer şekilde hiç bir şey bilmesek dahi, beynimizin hislerimiz sayesinde, bize anlatmak istediği şeyler olduğunu düşünen psikolog Tillman Betsch’in, yirmiden fazla hisse senedinin iniş çıkış trendleri hakkında bilgi sahibi olsak dahi, bu verileri hatırlayamamızdan kaynaklı, hafızamızda tuttuğumuzun hangi hisse senetlerinin “iyi” hislerimizi tetiklediği yönünde olduğuna göre karar verdiğimize dair görüşü, değeri artan yatırımları olumlu duygularla ilişkilendirdiğimizi, değeri düşen hisseler içinse rahatsızlık hissi benimsediğimizi söylemektedir.
Bunun çocukların öğrenme alanında etkili olduğunu düşünen ve Stanford Üniversitesi’ndeki psikolog olan Carol Dweck, zeki çocukların övüldüğünde performanslarının düştüğünü, çabaları övüldüğünde ise zeka gerektiren alıştırmalara daha çok istekli olduğunu gösteren deneyler gerçekleştirmiş.
Kitabın 3. bölümü olan “Hisler tarafından tufaya düşürülmek” bölümü, dopamin eksikliği nedeniyle tedavi altına alınan ilaçlar sonucunda , birden kumar hastalığına başlamasının ve kocası ve birikimlerinin kaybetmesi hikayesiyle başlıyor. Dopamin agonisti alan hastaların yaklaşık %13’ünde şiddetli kumar saplantısının görüldüğü bilgisinin altında yatan sebep, kumarhanelerin ödül mekanizmasıyla insanın nörotransmitter taşkınlık yaşamasına sebep olmasıdır ve karar alma mekanizmasını çökertmesidir. Bugün Amerika’da ATM’lerden iki kat daha fazla kumar makinesiyle, insanların dopamin zaafından faydalanmasının sebebi de bu olsa gerek.
Lehrer, bir başka örneği, basketbol dünyası üzerine zihin kusurlarının olup olamayacağını araştıran Amos Tverski ve Thomas Giloviç’in araştırmasından veriyor: Oyuncuların ve taraftaların %91 oranla “sıcak el” etkisiyle, şut kaçırmayacağına dair inanış üzerine istatistiklerin incelenmesini sonucu bir kanıtın olmadığıydı. Aslında Lary Bird gibi usta şutörlerin belirli bir seri yakaladıktan sonra performanslarında belirgin bir düşüş yaşanması, böyle bir inanışın tesadüfi bir model olduğuna hislerimizle kendimize inandırarak, aslında gelen heyecanla beynimize bir modelin olduğuna inandırmamız söz konusuydu. Oysa durum tamamen tesadüfiydi ve ortada bir model yoktu. Steve Jobs’un “ipod” un “karıştır” özelliğindeki şarkıların tesadüf sonucu dinleyene sunmasının ardından, bunun kasıtlı yapıldığı iddiaları sonucu, tesadüfi olmasına karşın mevcut tesadüfiliği azaltıklarını, böylece kullanıcılar gözünde daha çok tesadüfi olduklarını belirtir. İnsanların bu davranışına “kumarbaz yanıltısı” adı veriliyor ve bir olayın olma ihtimalini, yakın dönemde gerçekleşmiş olup olmadığına göre değerlendirdikleri ortaya çıkıyor. Aynı benzer durum için kitap, 1940 yılında İngiliz halkının Almanya tarafından bombalandığı alanları kasıtlı seçtiği algısı verilebilir. Oysa, Almanlar tamamen tesadüfi alanları bombalıyorlardı.
İlginç bir diğer örnek ise, borsanın hiç bir şekilde önceki para akışlarına bakarak bir sonraki hareketinin tahmin edilemeyeceği görüşü üzerineydi. Jason Zweig, portfoyünde hiç bir değişiklik yapmayan bir yatırımcının aktif bir yatırımcıdan yaklaşık %10 daha iyi performans sergilediğini göstermişti.
Kitabın bahsettiği bir diğer hislerin kararlarımızı yanıltabileceğine örnek ise, zihinsel bir rahatsızlık olarak adlandırılan “kayıptan kaçınma” yı, 1970’lerin sonunda Daniel Kahneman ve Amos Tverski tarafından kanıtlanması üzerinedir. Örneğin, bir felaket anında doktorlara A senaryosunda “600 kişi içinden 200 kişi” kurtarılacaktır demekle 400 kişi ölecektir demenin senaryo seçimlerindeki kararlarında ciddi oranda kayıptan kaçınacak senaryoları seçtiklerini göstermiştir. “Var mısın yok musun” oyunundaki kurgunun da bu zayıflığımızdan faydalandığını anlatan kitap, kararlarımızı Bayesçi yöntemlerle almadığımız için , kayba uğrayacak değeri kaybetmemek uğruna , tamamen araştırmalar tersini söylese dahi, daha fazla kazanmayı tercih etmeme yönünde kararlar aldığımız ortaya çıkmaktadır. Benzer deneyleri “duygusuz hastalar” üzerinde yapıldığında ise çok daha iyi performans sergiledikleri ve daha iyi yatırım kararı aldıkları deneyler söylemektedir. Çünkü bir cinayet suçlusunun bir cinayeti telafi etmek için en az 25 tane hayat kurtaran kahramanlık yapması gerektiği algısında olduğu gibi “kötü, iyiden daha güçlüdür.”
Kişi başı 8,5 kredi kartı düşen ve ortalama bir ailenin 9.000 dolar kredi kartı borcunun olduğu Amerika’da, 2002’den beri kazandıklarından daha fazla harcadıkları ortaya çıkmış ki kredi kartı mağdurlarının da benzer dopamin eksikliğimizi kullandığı ve o an yaptığınız alışverişle beynimizi ödeme acısından uzak tutması nedeniyle, mali kararlarımızda hata yaptığımız kitap tarafından çeşitli örneklerle anlatılmaktadır. Beyin uzun vadeli düşünen prefrontal korteks gibi akılcı planlardan yapmaktan alıkonuyordu ve duygularımızla bağlantılı olan dopamin sistemi ve NAcc devreye giriyordu.
“Aklın Faydaları” bölümü usta bir itfaiyeci olan Dodge’un bir yangın felaketi anında ondan kaçmak yerine yangının üstünden geçip gitmesi gibi herkesin aklına gelmeyecek bir yöntemi uygulama kararını, bu kadar kısa sürede ve tehlikeli durumda nasıl aldığını anlatarak başlıyor. Aldığı karar sayesinde, standart yangın söndürme teknikleri arasına giren bu yöntem ümitsizlik ve kaygı anında beynin soğukkanlılığını koruduğunda “algısal daralma” yaşayarak yaratıcılığının tetiklendiğini ve akılcı kararlara meyilli olduğunu, yine bu duygular sayesinde uyarılarak kararların prefontal kortekste alındığını belirtiyor. Antropolojik bulgulara göre Neanderthallerin, bir zamanlar alın kemiklerinde bulunan, daha sonraları umursanmayacak ve tıbbi ameliyatlarda sökülüp atılalacak prefontal korteksin eksikliğiyle, yani bir şempanze kadar olması nedeniyle, akılcı düşünmeden yoksun oldukları ortaya çıkıyor.
Kitap, 19 yaşındaki başarılı ve zeki bir genç olan ve içkiyi ağzına daha önce sürmemiş Mary’nin aniden notların düşmesinin, sinirli bir kişiliğe bürünmesinin kokaine başlayıp, barlardan çıkmaması ve her önüne gelen erkekle yatmasının hikayesini anlatıyor ve uzun tetkikler sonucu prefontal kortekste baskı yapan bir tümörünün olduğunu öğreniyor. Tümör, insan zihninin ileriyi düşünme, plan yapma ve itkileri bastırma yeteneğini öldürüyordu, duygularına hakim olamıyordu ve bir çok hastada da benzer davranışlar görülmüştü. Bir yaşlı adam aniden çocuk pornosuna ve sübyancılığa merak salmıştı ki yine prefrontal korteksindeki tümörün sebep olduğu ortaya çıktı.
Daha akılcı olan insanların daha az duygu sahibi olmadığına dair görüşü ortaya koyan bu olgu, aynı zamanda bir çok sorunun doğru sorulmamasından kaynaklı yanlış duygularla akli kararlarımızın etkileneceğini de gösterebilir. Ünlü Seinfeild dizisinin yayına konulmadan önce test gruplarına izletildiğinde, bir çok test izleyicisinin diziyi beğenmemesi de duygusal verilerin dikkatli bir çözümlemeye tabii tutulmazsa Seinfeild’ı yayından çekmek gibi yanlış bir karara sebebiyet verebileceğidir. Bu durumda hangi duygulara güvenilmeli, hangilerine ise güvenilmemelidir.
Beynin evrilen ilk kısımlarından motor korteksi ile beyin sapı çocuklarda ilk olgunlaşması sırasında, frontal loblar da gelişmeyi sürdürmektedir. ABD’deki lise öğrencilerinin %50’sinden fazlasının yasadışı ilaç kullanmasının ve cinsel yolla bulaşan hastalıkların yarısının gençlerde gözükmesinin de prefontal kortekslerinin gelişmemiş bir çok genç beynin olduğunun göstergesidir. Kitap, beynin seks, uyuşturucu ve rock’n roll gibi ödül süreçleriyle bağlantılı bölgesi olan nükleus akumbensin, ergen beyinlerinde prefontal korteksten daha aktif olduğu kanıtlandığını belirtiyor. Gençlerin bu kararlarının altında yatan sebep de budur. Burada ödül-ceza sisteminin eğitici olduğunu belirten kitap, okulu terk eden gençlere sürücü ehliyeti verilmesinin yasakladığı yasa sonucunda okulu terk etme oranının bir yılda üçte bir oranında düştüğünü söylemektedir.
5. bölüm “Düşüncelere Boğulmak” opera sanatçısı Renee Fleming’in Mozart’ın Figaro’nun Düğünü eserindeki “Dove Sono” aryasını önceden kusursuz biçimde söylerken, özgüven sorunuyla karşılaşıp, artık nabzının hızlı attığı ve boğazının daraldığını hissettiği hikayesini anlatarak başlıyor. Sorunu kronikleşen Fleeming, devamlı iç sesinin “dilin geri çekildi”,”bunu sakın yapma”, “nefesin daraldı işte” diyerek kaygılanmasına ve düşünceler içinde boğularak işine konsantre olamamasına neden oluyordu. Nihayetinde bu nedenle operayı bırakmaya karar veren Fleeming, işinden çok kendine odaklanmasının bedelini ağır bir şekilde ödemişti. Benzer “boğulma” sorununun golf oyuncularında karşılaşılmasıyla, uzman olduğumuz konularda işin mekaniğine odaklanmak yerine, beynimizin daha önce elde ettiği edinimsel tecrübelere kendimizi bırakmamızı ve otomatik olarak verdiğimiz bu kararlara güvenmemizi öğütlüyor. “Holistik ipucu” verilen bu tercihe güvenen golfçülerin, vuruşlarını bilinçli olarak denetleyenlerden çok daha iyi performans gösterdikleri ortaya çıkmıştır.
Diğer bir örnek ise, bir grup siyah ve beyaz öğrenciye bir hazırlık testi yapıldığı zaman başarı farkı olmadığı, ancak ırklarının zekalara olan katkısını incelemek üzere yapılan bir zeka testi olduğu söylendiği zaman ise siyah öğrencilerin performanslarının düştüğünü göstermiştir. Streotip tehdidi sayesinde görme eğilimimizin bizi yanlış kararlara ittiğini belirten Standford psikoloji profesörlerinden Claude Steele, aklın sadece prefrontal korteksten ibaret düşünmenin yanlış olduğunu belirtmektedir. Golf oyuncularında olduğu gibi salt akılla , duygularının bilgeliğini es geçenlerin bu düşünce boğulmalarına maruz kalabileceği gündeme gelmektedir.
Consumer Report dergisinin yaptığı bir reçel testinde, deneklere hangi reçelii beğendiklerini sormalarıyla “neden beğendiklerini” sormaları arasında sonuçlarının tam tersi oranda farklılık gösterdiği ortaya çıkmıştır. Reçel hakkında “daha fazla düşünerek” oluşan kanaatimiz, içgüdüsel olarak tercihlerimize kulak vermeyerek ki en iyi reçel en olumlu hislere sebep olandır dersek, akılcı olmasına çabalayıp, ona mantıklı savlar geliştirerek aslında açıklanamaz mantıklar olduğunu göstermektedir, yani rasyonel olmamaktadır. “Ağırlıklandırma hatası” verilen bu hata çeşidi, yine konut alımlarında, evin ikinci banyosununun olmasını severek, bu alanında çok az vakit geçireceğimiz bir evin, iş yerine veya şehre olan uzaklığını ikinci plana atarak satın alma hatamızdır. Bu sayede 3,5 milyon Amerikalının verdiği beyanlara göre, işten eve giderken üç saatini işe giderek harcayarak, ikinci banyo gibi parametrelere bakarak alınan hazdan daha fazla mutsuzluk yaşamaktadır.
Meşhur kola testleri ve ev satın alma kararlarımızda gerçekliğin algımızı çarpıttığı ve alternatifleri düzgün bir şekilde değerlendiremeden kendimizi yanlış varsayımların içinde bulduğumuzu anlatan bir çok deneye yer veren kitap, yedi basamaklı bir sayıyı aklında tutmasını istemek gibi zor bir görev verilen deneklerin, iki basamaklı bir sayıyı aklında tutmasını isteyenlere göre %59 gibi bir oranla çikolatalı pastayı seçmesinin, çok fazla bilgi hatırlamaya çalışan bir zihnin, itkilerini denetim altına almasının zor olduğunu çünkü o sırada duygular itkileri yok etmesi gereken prefontal korteksin meşgul olmasından kaynaklanmaktadır. Bu duruma çıpalama etkisi(odaklanma etkisi) denmektedir. Aslında Amerikan porsiyonlarının son 25 yılda %40 büyümesinin altında yatan nedenin de bu dürtülerimize hakim olamamamızda yatmakta olduğunu anlatan çarpıcı örnek sıralıyor Lehrer. Fazladan tek bir olgu bile, prefrontal korteksimizin yorulmasına ve kararlarımızı çarpıtmamıza olanak tanımaktadır.
Benzer çarpıcı deneylerden birisi iki öğrenci grubundan birisine dışarıdaki bilgilerden etkilenmeyecek şekilde sadece yatırım hisselerinin değişikliklerinin bilgisi verilirken, aynı süreçte diğer grubua WSJ okuyup, CNBC izleyebilme imkanı verilmiştir. Şaşırtıcı şekilde daha az bilgiye sahip olan grup, hisseler hakkında daha fazla bilgi sahibi olan gruptan iki kat fazla kazanmıştı. Çünkü “bilgi zenginliği, dikkat fukaralığı doğurmaktadır.” Aynı durum doktorların sırt ağrılarını, MR ile gözlem altına aldıklarında MR imkanı olmayan dönemlere göre daha çok sorunlu hasta yarattıklarını da göstermiştir.
6. bölüm olan “ahlaki zihin” bölümünde, dışarıdan başarılı biri olarak gözüken, ancak 33 çocuğu öldürerek bahçesine gömdüğü ortaya çıkan Gacy adlı bir psikopatın hikayesiyle başlıyor. Ahlaki bilgilerden yoksun ve duygularının vicdan üzerine kurulmayan psikopatların karar süreçlerinde herhangi bir şekilde akli düşünceleri, plan yapma yetileri varken yani prefontal kortekslerine karşı duygularının onlara karşı koymamasını anlatmaktadır. Ensest ilişki içinde iki kardeşin condom kullanarak birbirleriyle sevişmesi için “yanlış bir şey yapmışlar mıdır” sorusu üzerine görüşleri sorulan bir çok insan, doğacak çocuğun sakat kalma riskinden, seksin yanlış bir şey olduğuna dair bir çok çürütülebilecek neden öne sürmüşlerdir. Tüm nedenler akli olmaya çalışmaktadır ancak çürütüldüğünde bu nedenlerin esasında hangi olgudan geldiği de açığa çıkar: Ahlaki zihin.
Beynimizde diğer insanların duygu ve düşüncelerini yorumlamaktan sorumlu superior temporal sulkus, posterior singulat ve medial frontal gyrus’tur.İnsanlara yoldan çıkmış bir trende makası ya 10 kişinin olduğu yere veya 1 kişinin olduğu yere mi kaydırırsınız sorusu üzere, neredeyse tamamı 1 kişinin olduğu yere cevabı verirken, o 1 kişiyi köprüden atarak 10 kişinin hayatını kurtarabileceği senaryo getirdiklerinde bu oran ciddi şekilde düşmüştür. Çünkü insanlar cinayet işlediklerini hissetmek ve bu düşünceyle bilinmek istememektedirler ve beyinlerindeki bu alan aktif hale gelmiştir. Lehrer’in belirttiğine göre, ABD ordusunda bir çok askerin çatışmadan kaçmalarının, cinayet işleme duygusundan kaçmaları olduğu tespitinden sonra eğitim programları değişmiş ve ahlaki zihinden uzaklaşarak ölüm makinaları olarak duygulardan uzak yetiştirilmeleri sağlanmıştır.
18. yüzyıl filozoflarından Adam Simith, insanların modern özçıkar teorisi sayesinde akıldışı nedenlerden dolayı iyi olmayı tercih ettiği görüşündedir. İnsan kendini iyi hissetmek için başkalarına yardım etmektedir ve bir çok din içerisinde de kendine yer bulmuş “vermek almaktan daha iyidir” diyerek, beyinlerini bu şekilde ahlaki bir nedenle ödüllendirmektedirler. Oysaki bir başka deneyde ise bu durumu teyitler nitelikte, insanların toplumsal ortamdan soyutlandıklarında daha da bencilleştikleri ve ahlaki etkileşim sağlamadıkları için iyilik yapma ödülünden uzaklaştıklarını ortaya koymaktadır. Otistiklerin de bu zihinsel yalıtımları neticesinde, bir sandalye ile bir insan yüzü arasında duygusal bir fark kuramadıklarından, aldıkları karar akılcı iken, ahlaki kriterlerden yoksun olmalarına da sebeptir. Normal insanlar “ültimatom oyunu” adı verilen oyunda karşılarındaki insana bedelsiz olarak 10 dolarının 5 dolarını vererek sempatik duyumlarını arttırma endişesi içindeyken, otistik hastaların ciddi bir oranda 1 dolardan az karşılarındakiyle paylaştıkları görülmüştür.
Oregon Üniversitesi’nden Paul Sloviç’in yaptığı deneyde ise insanlara hayır yapmaları için açlıktan kırılan bir çocuk resmi gösterdiğinde, Afrika’daki açlığın istatistiki bilgileri vermelerinden daha çok hayır toplandığını görmüştür. Çünkü istatistikler ahlaki duyguları harekete geçirecek duyguları insanlara vermezler. Wisconsin Üniversitesi’nde primatlarda Pavlovcu şartlanma üzerine çalışan Harry Harlow’un, biyolojik olarak besili maymunlar yetiştirme sürecinde, bebek maymunların yalnız bırakıldığında çöktükleri ve sosyal iletişim yeteneklerini geliştiremediklerini, şiddete başvurdukları ve kendilerine zarar verdiklerini gözlemlemiştir ve deneyin bir sonraki safhasında sahte olarak iki yapay suni anne figüründe sarılan anne, yemek veren anneden daha çok vakit geçirilecek şekilde tercih edilmiştir. Buradaki temel sonuç, yaşamayı öğrenmeden önce sevmeyi öğrenmemiz gerektiğidir.
Aynı örneğin Çavuşesku döneminde doğum kontrol yöntemlerinin yasaklanmasıyla, bir çok istenmeyen ve yoksulluk nedeniyle bakılamayan çocuk doğmuş ve yetimhaneler yetmemeye başlarken, çocukların %25’i, 5 yaşına gelmeden ölmüştür. Kalıcı biyojik hasarlar dışında, psikolojik olarak daha büyük yıkımlar oluşmuş ve kimsesiz çocukları evlat edinen ebeveynlerin geri bildirimine göre bile çocuklarda kalıcı davranış bozuklukları ortaya çıkmıştır. İlgiden yoksun çocukların, toplumsal bağlılıkların gelişminde kritik öneme sahip olan iki hormon olan vazopresin ve oksitosin oranlarının oldukça azaldığı gözlemlenmişti.
7.bölüm olan “beyin bir tartışma alanıdır” bölümü siyasi kararları almamıza örnek olarak Clinton, Obama, Bush seçimlerinde deneklere yapılan soruları ve cevapları anlatarak başlıyor. Tüm adayların siyasi tutarsızlıkları kanıtlarla gözler önüne serilmesine karşın, denekler parti tarafgirlikleriyle karşı tarafı daha az puanlamaya devam etmiş ve kararlarını verirken fMRI cihazlarıyla beyinleri incelenmiş ve partiye sadık aday otomatikman prefontal korteks gibi duygusal tepkilerin kontrol edilmesinden sorumlu olan beyin bölgelerini devreye soktuğu gözlemlenmişti. Yani seçmenlerin rahatsız edici bilgileri soğukkanlılıkla özümseyen akılcı kişiler olduğunu düşünülse de aslında “parti bağlılıklarını” korumak için prefontal kortekslerini kullanmaktaydılar ve bir iç ödül mekanizmasını devreye sokmuşlardı ve bu şekilde kararlarının akılcı olduğunu düşünmekteydiler. Aynı şekilde Clinton döneminde bütçe açığının düşmesine rağmen, rakip seçmenlerinin %55’i bütçe açığının arttığı görüşüne sahip olmuşlardır. Böylece akılcılık bir engel haline gelmiştir ve her türlü inancı mazur gösterme fırsatı sunar. Prefrontal korteks aksi görüşleri engelleyen bir araca dönüşmüştür.
Aynı şekilde “kesinlik günahı” adı verilen Tetlock deneyleri sonucu, uzmanların uzmanlıklarını ispatlamak adına , peşinden gitmek istedikleri hisleri adına uzman hükümlerini çarpıtmış olduğunu göstermişti. Gerçek uzmanlığı düzmece, uzmanlıktan ayırt etmenin en iyi yollarından biri, bir insanın uyumsuz verilere nasıl tepki verdiğine bakmak olduğunu söyleyen Tetlock, kendilerinden çok emin konuşanların, yeniliklere kapalı ve uyumsuzlukları nedeniyle çoğunlukla yanılacağını söylemektedir.
Kitabın “Poker eli” bölümünde, bir parçacık fizikçisi olan Michael Binger’in poker tutkusunun hikayesine yer verilirken, poker oyuncularının akılcı analiz ve akılcı olmayan duyguların beraber kullanıldığında nasıl faydalı olunabileceği konusunda örnekler sunuluyor. Bazı durumlarda tesadüfi şekilde seçim yapmanınn, her şeyi hesaba katmaya çalışacağını zannetmekten %25 daha iyi performans gösterileceğini gösteren deneylere yer veren kitap, önemli ve karmaşık yapıdaki sorunları çözmek için , bir süre prefontal korteksi dinlendirmenin, sonradan pişmanlığı önleyeceği görüşünü sunmaktadır. İçgörünün nörobilimi üzerine çalışmalar yürüten bir bilimci olan Mark Jung-Beeman, morali iyi durumda olan insanların içgörü gerektiren zor sorunları çözerken morali bozuk ve bunalımlı insanlardan kaydadeğer ölçüde daha başarılı olduklarını göstermiştir. Mutlu insanlar bulmaca çözmekte mutsuz insanlardan yaklaşık %20 oranında daha başarılı olduğu tespit edilmiştir.
Kitabın son bölümünün adı olan “Koda”da, 1990’lardan sonra uçak yolculuklarında pilot hatalarındaki yüksek orandaki düşüşün simülatörlerin icadıyla gerçekleştiğinden bahsetmektedir. Bu şekilde duygusal beyinleri eğitebilen ve korteksin havada alacağı kararlara hazırlayan doğru kararlara ulaşmak daha da mümkün kılınmıştır. Diğer önemli etkenin ise NASA’nın yaptığı devasa araştırmanın sonucunda pilotların “tanrısal kesinlik” derecesinde beklentiyle kararlarda tek söz sahibi olmasının aslında pilot hatalarının oluşmasına neden olduğuydu. Kokpit Kaynak Yönetimi sayesinde farklı bakış açılarının özgür platformlarda konuşabilmesine olanak sağlayan sistemin oluşturulmaya başlandı ve pilotların da üzerindeki “tek karar merci” baskısı azalarak, daha etkin ve doğru kararlar alınmaya başlamıştır ve kara yolculuklarına göre uçakların çok daha fazla güvenli olduğu bir döneme girilmiştir.
Karar Anı, yukarıda bahsettiğimiz gibi prefontal korteks ve NAcc gibi akılcı ve sezgisel ya da duygusal olarak insanın bir bütün olarak doğru zamanlama ve akıl yürütmeyle kararlarını daha iyi optimize edebileceği yeni nörolojik bilgilerle Kantçı felsefenin “Salt Aklın Eleştirisi”ndeki savlarını teyitler nitelikte, insanın salt akıl ve sezgiden oluşmayacağı şekilde ilerlediği ve kararlarını bu şekilde rasyonelize etmenin “faydalı” olduğunu gösteren, bir çok deney ve inceleme ile önemli bir kitap hüviyetindedir.
Kitabı okumadan önce eğlenceli şekilde “Seçim Sanatı”nı anlatan TED sunumunu da izlemenizi öneriyorum:
İlk olarak, ben bu siteyi bugüne kadar nasıl görememişim, inanamıyorum.. Benim için byük bir ayıp!
Site, hem içerik olarak, hem de dizayn olarak bence muhteşem. Tebrik ediyorum, yoğun emek ve zaman harcanarak ortaya çıkabilen bu içeriğin değerini bildiğimizden emin olun lütfen. (Tabii, içeriğinin benim sitemin içeriği ile benzerlikler taşımasının da bu düşüncelerimde katkısı olabilir, onu bilemem :))
Bu arada, yukarıdaki yazıyı da keyifle okudum. Bu kitap benim de sitemde önerdiğim kitaplar arasındaydı, Lehrer’in genç yaşına rağmen alanında artık iyice yetkinleşmiş bir yazar olduğunu düşünüyorum. 10.000 saat kuralının etkisi olsa gerek 🙂 Zira, uzun yıllarını yazmaya vermiş biri… Bundan sonraki kitaplarını da heyecanla bekliyorum.
Son olarak, bu kitabının yurtdışında yayınlanmasından göreceli olarak kısa bir süre sonra Türkçe’ye çevrilmiş olması da çok sevindirici, bu tür kitapların Türkçe’de bulunması eskiden az rastlanan ve orijinal dillerindeki ilk yayın tarihlerinden çok sonra gerçekleşen olaylardı eskiden… Bu arada İngilizce versiyonunun kapağında yer alan külahtaki dondurmaların Türkçe çevirisinde elmalara dönüşmesi de ilginç bir ayrıntı olmuş…
Blogunuzu ilgiyle izlemeye devam edeceğim.. Daha da sık yazmanız umuduyla 🙂
Selamlar,
Can
Can Bey, öncellikle teşvik edici ve mutlu eden sözleriniz için çok teşekkür ederim. Kitap için getirdiğiniz yorumlar da oldukça değerli, katkınız için teşekkür ederim.
Beynin kararları konusunda ve bir insanı nasıl radikal bir şekilde değiştirdiği ve özgür irade sorgusu açısından önemli bir kitap ve bu konuda yazmaya ve incelemeye devam edeceğim.
Sıklık konusunda ise haklısınız, maalesef zaman buldukça yazabiliyorum. http://www.neselibeyin.com blogunu da bu vesileyle inceleme fırsatı buldum, internete orjinal içerik katkınızın olduğunu görüp sevinmekle beraber, tavsiye etmeye de değer bulduğumuzu belirtmeliyim.