Mar 052010
 

“…
Neden karşımızdakinin içindeki özü görmedik de
kendi özümüze ağ ören nefreti yakıştırdık ona
ve her gün kimse beni anlamıyor deyip
aslında herkesin şarkısını söyledik dört duvar arasında?
…”
/ Reha Başoğul- “Neden” şiirinden

Önceki yıllarda Kürklü Merkür, Karatavuk ve Böcek oyunlarını izlediğim ve daha çok Kürklü Merkür oyunuyla adından söz ettiren DotMarsta Tiyatrosu’nun “In-yer-face” akımını  devam ettirdiği ama biraz da bundan ayrıştırmak isteyen bir yazar olan Simon Stephens‘ın kaleminden çıkan  ve Türkiye ayağını Murat Daltaban‘ın yönettiği bir oyun “Pornografi”. Şehirleşme ve beraberinde getirdiği medeniyet kavramı üzerine kafa yoran ve komedi filmlerinden izlemekten hoşlanmayan, ayrıca şehire ve şehirleşmeye özel sorunlara dair bir teşhir merakını kolayca farkedebileceğimiz Simon Stephens’in, özünde bize sorgulatmak istediği soru keskin bir şekilde şu:  “Pornografi nedir?”

Pornografi9
Aslında bu soruya karşı cevapları bilindik ve yerinde ama gündelik düzlemde bunu ayrıştıramamızdan kaynaklı sıkıntı yaşayacağımızı da bilerek, çok yakın bir tarihte gerçekleşen bir dizi gerçek ve global olayın gündelik hayattaki karakterlere olan etkisini mercek altına alıyor.
Bu olaylar zincirindeki global ortamı anlatmak için BBC internet sitesinin Temmuz 2005 yılında en çok okunan konu başlıklarına dair seçtiğim Türkçe içerikli birkaç habere yer vermem gerekiyor:
Live 8 başlıyor haberi- Hurriyet.com.tr

G8 Küreselleşme Eylemleri Haberi - Hürriyet

Londra 2012 olimpiyatları haberi - hurriyet.com.tr
Londra 2005 terör olayları haberi - Hurriyet.com.tr


7 Temmuz Londra Terör Haberii - Hurriyet.com.tr

Haber görüntü ve içeriklerinden de gördüğünüz gibi “Pornografi”, bir hafta içinde küreselleşmenin sonucu yoğun ve olaylı bu 4 gündeme sahip Londra’da geçiyor. Bu ortam içinde, gündelik hayatın metropollere özgü sorunlarla boğuşan 8 farklı hikayenin karakteristiğine tanıklık ettiğimiz oyunun dekorasyonu; ortada bir beyaz kanape ve koltuk, bar iskemleleri ve mikrofondan ibaret.
Oyuncuların sırayla kendi hikayelerini anlattığı esnada ise arkadaki barkovizyondan, yukarıda bahsi geçen 4 önemli gündemin televizyon görüntülerini izlememiz istenmiş.

Tüm bu ortamda diplerine kadar girebildiğimiz oyuncuların canlandırdığı karakterlerin sorunlara baktığımızda; kocasından ve onun ilgisizliğinden şikayetçi olması nedeniyle Irak savaşını izlerken umursamazlaşan bir kadın, öz kardeşiyle sevişmek isteyen bir abla, bastırılmışın isyanında ve sıradışılığın arzusunda bir ergen, öğrencisiyle uzun bir aradan sonra barda karşılaşarak eve çağıran ve cinsel tacizde bulunan bir erkek, yalnızlığını gözlerinize bakarak anlatan bir yaşlı kadın… ve de tüm insanlığın, tınısı ve  sözleriyle belki de bu yüzden kapıldığı Coldplay ve Radiohead şarkılarının bu öykülere eşlik etmesi.
Bu olanları izlediğinizde, düşündüğümüz temel bileşenler; yabancılık , yalnızlık duyguları gibi temel bileşenler hemen vurgu düzeyi anlamında akla geliyor. Yazar Simon Stephens’in  de bu duyguları işlettiği düşünebilir ve üçüncü dünya ülkelerinin de aslında medeniyetleştikçe bu kayıplık duygusunu yaşayacağına dair batı merkezl etnosantrizm yaptığı eleştirisi de pekala getirebilir ve tartışılmalıdır da…
İnsan,  gelişim süreci içerisinde yabancılaşmayı bir çok nedenden dolayı hisseder ve bu nedenlerden dolayı, Marx gibi, konuyu varoluşçu düzlemden sosyolojik bir düzleme katıştırdığı varyasyonları literatürde çokça görürüz.
Elbetteki yaşadığımız tepkisizleşme ve yabancılaşma duygusuna tabiatıyla haizken, oyunu izlerken de hissettiğimiz, para verip “izleyici kalarak” tatmin olma duygumuzla da birleşiyor. Hatta para vererek bu kadar derin boyutları bir bütün kisvesiyle sunan bir sanat eseri icra edilirken, yine kendi sorunumuza dönüp, oturduğumuz sandalyenin rahatsızlığına veya yanımızdaki kişinin kollarının bizi rahatsız etmesine de odaklanarak yine bir “hedefsizlik” yaşıyoruz. Peki neden?
Pornografi1
Çünkü her daim acıyla tehdit ediliyoruz ve bu bedenimizle, dış dünyanın yaşattıklarıyla ve başkalarıyla olan ilişkilerimizle gerçekleşebilir ve biz acımızdan kaçmanın yollarını bulmak için haz arayışındayız ve belki de bu yüzden tiyatroda“kendimizle yüzleşme”yi hazza çevirecek bir oyunu tercih ediyoruz. Çünkü içgüdülerimizden fedakarlık ettiğimizi düşünerek, toplumun bir üyesi olmayı gayeliyoruz. Ancak oyunda da tespit edildiği gibi, etkenlerden biri olan dilde kabızlaşmamız sonucu “diğerine” bu üye olma isteğimizi anlatamayız ve uzaklaşır, yabancılaşırız.
Oyundaki karakterlerin yaşadığı girdaplı sıkıntılar gibi sarhoşluk verici madde veya olgularla uyuşmak  da istiyoruz ve yabancılaşmaktan uzaklaşacak ve yararlı olduğumuzu hissettirecek Live 8 gibi organizasyonlara katılıp, sarhoşluk içinde coşup, kendi aidiyetimizi sağlamasına katkı sağlayan etkenlerden biri olan ülkemizin olimpiyatlarını kazanması için fanatikleşiyor, bu fanatikleşmenin altındaki yine aynı nedenden dolayı, küreselleşmenin getirdiği maddi ve manevi yoksulluğu eleştirmek için G8’i protesto ediyor ve Afrika’ya yardım eli uzatılmak için yapılan organizasyonlardan umutsuz bir grup olarak kimliklerimizi içgüdülerimizin saldırganlığına bırakıp, tüm şehirleşme sembolizmalarına dair terör estirerek ve ilkelleşerek bombalıyoruz.
Pornografi2
İşte tüm bu büyük resmin parçalarında, her grup halinde ve birey etkisinde yaşadığımız psikolojik ve sosyolojik kimlik sorunumuzla dış dünyanın bizim ihtiyaçlarımızı karşılamadığını hissederek terketme duygusunu yaşıyoruz ki bu izlencenin  ve bize yaşattığının pornografik olmadığı söylenemez.
Zira ilkel insandan farkımız, kaderlerinin elimizde tuttuğunun inancıydı, cinsel kısıtlar yoktu ve avcı toplumlarda da yoğun görünen bu inancı, medeniyet olgusuyla kaybedip kısıtlandığımızı hissettiğimizde, elbetteki ensest içerikli bir nesne arayışına da girer, en yakın arkadaşımızın ya da komşumuzun mallarına el koyabilir, onu aşağılayabilir, kışkırtabilir,ona tecavüz edebilir veya içimizi boşaltacak biri olarak görebiliriz.
Pornografi3
Her türlü dış otoritenin saldırısına uğrama riski nedeniyle, medeniyet adı altında, teknolojik ve bilimsel gelişmeler için çırpınabiliriz ama yasak arzularımızın varlığını süpergomuzdan gizlemeyeceğimiz bir yüzleşme yaşarız. Bu nedenle de Marx, bu değişimi, bilincin sosyal varlığı oluşturduğundan çok, sosyal varlığın bilinci belirlediği bir yere temas etmiştir. O zaman “özgür irade” ve gerçekte kim olduğumuza ve kim olmamız gerektiğine dair sorularımız, bizi kimlik problemine sokacaktır.
Sanat, bu konuda bizlerden biraz daha dertsizdir, Rus füturist Viktor Şklovskiy’in şu sözleri akla gelir:
““İşte, yaşam duygusunu vermek, nesneleri hissettirmek, taşın taştan olduğunu duyurmak için, sanat dediğimiz  şey vardır. Sanatın amacı , nesne duygusunu, görünen  şey olarak vermektir, tanınan, bilinen olarak değil; sanatın tekniği nesneleri farklılaştırma (yabancılaştırma), biçimi anlaşılmaz kılma, algılamanın güçlüğünü ve süresini artırma tekniğidir. Sanatta algılama edimi, kendi başına bir erektir ve uzatılması gerekir; sanat, nesnelerin oluşunu hissetme aracıdır; daha önce “olmuş”olanın, sanat için önemi yoktur”

Sanatın da sizi yabancılaştırdığı bu faktör yüzünden, gittiğiniz ve hatta tam da bu konuyu anlatan tiyatro oyununda da -elbette bu yabancılaşmayı ve yalnızlığı hissettik- ancak o amacını tamamlarken, sizi amaçsızlığa sürüklemesi de “pornografik olmalıdır.

Bundan sonra oyunun kuralları esasında basittir, anksiyete yaşanır ve biz bundan kurtulmak için eseri övme, inkar etme, yansıtma veya tepki oluşturma gibi savunma mekanizmalarını üretiriz. Bu savunma mekanizmalarını oluşturmak için, Sartre ve Camus incelemeleriyle derinleştirirken, misal  Yakup Kadri’nin Kiralık Konak romanını okuyarak provoke olur, Genç Werther’ın Acıları’nı okuyarak doğada sakinleşir,  sonra Sait Faik romanlarının da ana teması olan “bir insanı sevmekle başlar herşey” diyerek motive oluruz. Pek tabii ki, her birine dair, onlara bağımlı ya da onlardan bağımsız bir çok haz nesnesini oluşturmamız da gerekecektir. Güçsüzlüzlük, kuralsızlık, tecrit edilme ve kendimizden kaçma hisleri bizleri asla bırakmayacaktır.
Bu döngü içinde, varoluşçu bir yönden bakıp, zaten “hayatın ve ben’in bir anlamı yoktur” diyip, yaşanan tüm bu lirizm öğeleri de  barındıran pornografik hisleri “normal” görebilir veya bu karmaşada Sartre tabiriyle, “böyle bu iyi seçilmiş kavramın gölgesinde, Hıristiyan, deist, panteist, tanrıtanımaz, Materyalist olunabilir, insan isterse derindeki düşüncesini hiç inanmadığı bir dış görünüşle saklayabilir, isterse kendini aldatabilir ve isterse aynı anda hem mümin, hem münkir olabilirsiniz.” Veya yine savunma mekanizmalarından birini seçip, kendinizden aşkın bir olguya,varlığa, Tanrı’ya, aşka, işe, yolculuğa, matematiğe, evrene, eşe, çocuğa adayabilirsiniz. Her açıdan aynı kapıya çıkacak gibi gözükmüyor mu?
Kim bu pornografik seçimlerden dolayı yargılanabilir ki?  Belki de Freud’un eşinin, bu seçimlerin yelpazesine meraklı psikanalizi, pornografik olarak tanımlaması tesadüfi bir isyan değildir.

Alıntı Notları:
– Fotoğraflar: www.go-dot.org
– Haberler: Hurriyet.com.tr Online Haber Arşivi

Oyunun Londra Fragmanı:


If you enjoyed this post, please consider leaving a comment or subscribing to the RSS feed to have future articles delivered to your feed reader.

 Leave a Reply

You may use these HTML tags and attributes: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>

(required)

(required)

Kapat