“Sevme Sanatı”, “İnsanın yıkıcılığı üstüne”, “Sağlıklı Toplum”, “Olmak ya da Sahip Olmak, “Özgürlükten Kaçış” eserleri okunmadan geçilmemelidir. Ömür yaşam adına “seks ve aşkın tüketime yönelik kötüye kullanımı, hayatı anlamlı kılan diğer şeylerin eksikliğinde, mutluluk olarak onların yerini doldurma görevi üstleniyor.” diyerek Freud’a gönderme yaptığı gibi güncel ve sosyolojik bir tespitte de bulunan Fromm, insanı salt seksüel değil ekonomik, toplumsal, antropolojik ve kültürel bir varlık olarak bütünselleştirmeyle psikiyatriye dahil edilmesini belirtmiştir. İnsanın sahip olduklarıyla var olmasını yadsıyan ve bunun karmaşa getirdiğini vurgulayan Fromm, bir nevi “fight club” ritüeline de ilham vermiş olup, diğer yandan mevlevi ruhaniyetine de oldukça yakın durmayı ve araştırmayı tercih etmiş bir leziz, kendinden olgun kadın isteyen ve de bulduğu an evlenen erkek olma özelliği de mevcuttur.
Guy Debord’un, kısa kısa pasajların derlenmesiyle oluşan nefis sistem eleştirisi kitabı.. Gösteri sadece kendine hizmet eder mottosunu önplana çıkararak, insanoğlunun artık gösteri nedeniyle metalaştırdığı herşeye karşı, 21.yy toplum ve sistem eleştirisi ki miladının Rönesans olduğunu belirtir. Tez edinilmesi rica olunur…
Daha sonraları bazı eleştirmenler onu roman kahramanlarından Lord Henry ile özdeşleştirmelerine rağmen, o bunu reddetmiştir. Lord Henry, Dorian’ın birnevi akıl hocasıdır ve onu Lord Henry ile tanıştıran bir başka arkadaşı, Basil’den ziyade fikirlerinin gelişiminde Lord’un etkisi büyük olmuştur. İnsanların hayatlarını, iyilik düşüncesinden ziyade elde ettikleri zevk üzerine kurmaları gerektiği, aynı zamanda genç ve güzel olan Dorian ve herkes içinde güzelliğin zekilikten ve diğer meziyetlerden daha önemli birşey olduğu, Lord’un onun hayatını derinden etkileyen fikirlerindendir. Lord roman içinde, yaşçada büyük olduğu Dorian’a, kendi yaşam tecrübelerinden ve gözlemlerinden sıkça bahsetmektedir. kadınlar ve erkekler üzerine olan; “Benim sevgili küçüğüm, hiçbir kadın dahi değildir. Kadınlar dekoratif bir cinstir. onların söyleyebilecekleri hiçbirşey yoktur, fakat cazibelerini konuştururlar. Kadınlar maddenin akıl önünde zaferini temsil ederler.erkeklerse aklın, ahlak karşısında zaferini temsil ederler.” bunlardan biridir.
Hayatının ilerliyen devrelerinde etkilendiği bu öğütler sebebiyle dorian kendinden başka kimseyi önemsemeyen, devamlı zevk peşinde koşan biri haline gelicekse de daha sonraları kendini toplum dışına itilmiş ve çevresinde hakkında sıkça dedikodu yapılan biri olarak bulacaktır. her ne kadar bu durumu hiç bir zaman önemsemecek de olsa düştüğü ruhsal bunalımlar onu hayatını ve yaşam tarzını yeniden gözden geçirmeye itecektir ki bunda da fazla bir başarı sağlayamayacaktır.
Genel olarak insana kendi yaşadığından farklı bir yaşam aktarılıyor olsa da, bu romanı güzel yapan belki de bu aykırılıklardır.
Betimlemeleri ve mahkumun sözleri ile insanı düşündürten, bunun yanısıra, sözlerin felsefik boyutları da gözardı edilemeyecek nitelikte olan, romanın yazılış amacının, idam cezasının hem trajik hem de saçma yönünü göstermek olduğu söylense de katılmadığım, romanda idam cezası konusunda yorum yapmaktan çok insan, hayatı ve anlamsızlığı üzerine yoğunlaşmış gibi göründüğünü düşündüğüm ve bu anlamda Mar Adentro filmini izlerken hatırladığım, bir çoğu fransız kültürü üzerine olan dip notların fayda unsuru taşıdığı, Victor Hugo’nun genç yaşta yazdığı romanı…
masalsı anlatım
şiirsel düşünce
ibret verici gözlem
kalp yumuşatıcı sevgi
Bu ifadelerimle Uzakdoğu seyahatinde yanınıza alınabilecek en verimli ve güzel kitaplardan biridir. Baktığınız yerlere bir de Zeynep Oral’la çay içmek ve çiçek toplamak, pirinç tarlalarında yürümek olarak da tadının başka olduğunu söylemeliyim. Kamboçya’dan Çin’e, Endonezya’dan Singapur’a Hongkok’tan Vietnam’a uzanıyorsunuz bir günde ve sizin rotanızın kısalığında, bu kitap gezilecek daha çok yeriniz olduğunun da üzüntüsünü anımsatıyor. Çok yer geziyorsunuz savaşlardan, doğadan, sanattan, huzurdan kopup gelen yaşamları, aşkı , tutkuyu ve hüznü gözlemliyorsunuz ve tarihi kokluyorsunuz. Hafızanıza da Buddha’dan Kızıl ejdarhaya, Brahma’dan Shiva’ya kadar mitsel gizemleri harika bir dille öğrenme imkanı da sunduğu için, doğal olarak gezi ve anı türündeki bu kitabı okumak daha zevkli bir hal alıyor.
Mesele itibariyle, ‘Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için mi vardır?’ sorusunun çıkış mantığını irdelemektir, kısa ve öz olarak… Açarsak; sosyolog Ferdinand Tönnies’in topluluk ve toplum başlıklı araştırmasında yer alan teoride, gelenekçi ve modern çizgilerin içinde kollektif bir birlikteliğin ne gibi şeylerden etkilendiği ve buna göre bu birlikteliği bozmamak için, model olarak bir insan figürü(prototip) tasvir etmek istemiştir. Bu tip insanlar arasındaki bağlılığı da kan, mekan, fikir ortaklıkları olmak üzere ayırt etmiş ve aralarındaki ilişkinin esasında, tamamen bütünseli korumak adına gerekli olan çıkar ilişkisini organik ya da psikolojik değil, mekanik bir düzenekle işlediğini savunur.
Araştırma başlığından da anlaşılacağı gibi, ortada bir toplum bir de topluluk vardır ve farklı nüanslardan oluşmuşlardır, topluma baktığında irade; yönetim, bilim, sanayi, ticaret, hukuk, gibi öğelerle varken, topluluklar; hobiler, rütin ev işleri, kendini gerçekleştirme, aile, din gibi öğelerle vardır ve topluluk ile toplumun birbirine zıt olarak davranması sözkonusudur ki sorunlar da bu çatışmadan ileri gelmektedir. Geleneksel ve modern toplumlar arasında ise bu farklar ve çatışmalar daha da barizdir…
Yukarıdaki Yeşil Kaplan Böceği gibi nice larva, deniz canlısı, botanik mahsülü ve harika doğa canlıları için eğitici bir web sitesi olan Micropolitan Museum‘a uğramanızı tavsiye ediyorum. Müze krokisi de rahatça dolaşabilmeniz ve kaybolmamanız için biçilmiş bir kaftan olmuş. Tabii canlı gözlerle tabloları görmek nere, web sitesinden kuru kuruya bakmak nere..
Her zaman kitap okumak bir başka boyuta bizi götürse de, 3 boyutlu algımızda kitaplıklar da – özellikle çok fazla okumadığımız, yer kaplayan ama vermeye kıyamadığımız kitaplar için- evimizin önemli unsurlarındadır. Freshome sitesinde de size ilham verecek 30 kitaplık tasarımı bu zevk veren soruna nasıl çözüm bulacağınıza dair belki yardımcı olur.
Mektup
Değiştirilemeyen acı diyarında…
Tarihi kandıramayan bir yavuz
saat seherin dördü, azbuçuk geçmiş dokuz
çarpışmalar, top sesleri,
düşen soluksuz
kantar ise yine topuzsuz
korkunç sesin toprağı kaldırdığı devran
zeytin saçlı bebek yerde, ağlamayan
kanı kurumamış, mektuplu yerde yatan
yer: galibin olmadığı, olamayacağı vatan
umut…
yerde yatan ve ağlamayan
baksaydı birbirine o an
sorar mıydı günahsızı, sebebine
niye yaraşır, kalır bu insanlığın günlüğüne
cevap verir miydi geçmişi, geleceğine
yeter miydi soluğu söylemeye
hata idi, sevmelisin sadece
hüzün…
ah, ah arzuhal
bir soluğa muhtacım lal
akmayacaktın nehire böyle
olmayacaktı küllerden bir sal…
değiştirecekti böğürtlenler rengini
bırakmayacaktı güller peşini
aşk kalacaktı sadece
ve sadece bülbüllerin sesi
keder…
vurmayın artık yüreğine güm güm
eylediniz beni kudüm
nasıl dinecek bu hüznüm
hep ama hep yaşlı gözüm
sazlıklarımı rüzgarsız bıraktınız
güzümü bile yapraksız
yeter artık isyan ediyorum desem
baharım geçecek şarkısız
aşk…
aklımı tutamıyor ellerim
dudaklarını yakalıyor dilim
anlamsızca çıkıyor kelimelerim
oysa daha okunaklı gözlerim
tangoların keskin dönüşleri
kemanların narin sesi
duvakların en incesi
bebeklerin minik ellisi
kin…
analar doğursa da yağızları
kaçırsada şehirlerden
çağırır kaderi
tez yayılırmış savaşın zehiri
ey beden avcılarının aradığı kurban
karşındaki, efendilerin koynundaki yılan
kanacaksın, sararacaksın, kızacaksın
alacak seni kayınlardan
ölüm…
doyamadan emzirilene
kanamadan sevdiğine
gençliğine geleceğine
mektubun verecek mukabele
ekin…
değiştirilemeyen acı diyarında
bıraktığım umutlarımda
karaladım hüzünlerimi
aşkıma sığındım
kinime yenik düştüm
ah ah arzuhal
bir soluğa muhtacım lal
sevgi varken
ölüme kandı hayal…
Reha Başoğul
Edmund Blair Bolles imzasına sahip, düşünmek, üretmek ve saygı duymak adına oldukça nitelikli bir araştırmanın/derlemenin ürünü bir popüler bilim kitabı Galileo’nun buyruğu.
Kitabın isminin Galileo’nun buyruğu olmasının sebebi, Galileo’nun buyruk olarak alınabilecek tek şeyin bilimde saklı olduğunu düşünmesi ve yalnız bilimin argümanlarına riayet edecek bir insanlığın bizleri düzlüğe taşıyacağını öngörmesi…
Continue reading »
Eski yazılar uzmanı Frederic Barbier ve Catherine Bertho Lavenir tarafından yazılan ve iş nedeniyle satın alınıp okunan bu kitap, ‘medya nedir?’ sorusuyla başlayan, matbaa, televizyon, video, radyo, internet gibi kitle iletişim araçlarının tarihine uzanan, sanayi devriminde , rejimlerin gölgesinde, devrimlerde ve bunları tüketen son kullanıcının gözünde nasıl uyuşturulduğumuzu, diğer yandan işin içine girmiş medya patronlarının ajitasyon yüklü kitle iletişim politikalarını bulabileceğiniz, ekonomik buhranlara, çok boyutlu korsan yayıncılığa, popülerite kokan entel maskelere ve bazı kanaat liderlerinin nasıl medyada boy gösterip tüketim alışkanlıklarını değiştirdiğine dayanan nedenlerle bağlayıp son sözü de internete dayandırırak, usenet, üniversite serverları, sanal gerçeklik, cemaat tasarımı gibi unsurlarla bu kadar enformasyon yükünü taşıyan insanın olmasıyla avantaj kazanan medyanın, sanal ya da reel karmaşıklıkta her türlü paparayı size çaktırmadan atıp cebinizdeki, aklınızdaki ve yaşantınızdaki size ait şeyleri sömürebileceğinin kanıtı olacak araştırma kitabıdır.
Oldukça geniş perspektiflere etki eden iletişim psikolojisinde yer alan olgudur ve Etiketleme Teorisi’nin de çerçevesini oluşturur. ‘kendini gerçekleştiren kehanet’ adı verilen bu olgunun kökeni mitolojideki Kıbrıs prensi Pygmalion’dan gelmektedir: hikayesi ise şöyle: “Olgunun eski yunan mitolojisinde yer alan örneği hiç kuşkusuz sihire dayanıyor. kıbrıs prensi, aynı zamanda heykeltıraş Pygmalion, ideal kadını temsil eden fildişinden bir heykel yapmış ve ona Galatea adını vermiş. Galatea o kadar güzelmiş ki, kendini ona aşık olmaktan alıkoyamamış ve ona hayat vermesi için tanrıça Venüs’e yakarmış. Venüs de onun bu isteğini kabul etmiş ve sonsuza kadar bahtiyar yaşamışlar.”
Continue reading »
İlk baskısını 1976 yılında yapmış Sirius Gizemi’nin dışında elinizde olacak 526 sayfalık kitap ise yeni eklenmiş ve güncellenmiş bilgilerle sunulan hali. 1976 yılında yapılan baskısı, resmen ‘dünyayı sallamış’ diyebilirim. Yayınlandığı gün The Times ve Telegraph’ta olumlu eleştirilerle karşılaşmış. İngiltere bu kitabı çok sevmiş ve kısa sürede Best Seller’ın zirvesini kapmış. Keza Almanya’da da durum aynı. BBC, Time, Abd’deki basın ve yayın kuruluşları bu kitaba aşırı ilgi gösterenlerden. ancak herşey o kadar da güzel gitmemiş. Amerikan örgütlerinden gelen tehditler ki, aşırı dinsel konuları sarsıcı açıklamalar bulunan kitap için normal bir tepki. Bunun dışında televizyon yapımcıları, yazarı programlarına davet ettiklerinde, hükümetlerin gizli servis teşkilatlarından tehdit telefonları almış. Yazar Robert Temple’da bu duruma kayıtsız kalmamış ve uzun bir süre saklanma ihtiyacı hissetmiş. sır küpü Nasa ise, kitabın bilimsel değerlerden uzak olduğunu belirtmiş. Ancak bunu yaparken, gizlice Robert temple’la bağlantı kurmayı da ihmal etmemiş.
Tipik bir çokkonulu araştırmacı olan Temple, geçmişin ve geleceğin tek bir sonuca vardığını anlatmakta zorlanmamış… Konuya tek bir noktadan giriyor: dogon kabilesi. Bu enteresan kabileyi bilmeyenleriniz için açarsam:
Continue reading »
Orjinal adı “Espri ve Esprinin Bilinçsizce İlişkileri” olan, tarih boyunca gözlerden kaçtığına ve yeteri kadar önemle anılmadığına inandığım bir Sigmund Freud kitabı. Özellikle nükte, nüktedanlık ve bunlar arasındaki ruhbilimsel ve rüya ile olan ilişkileri, esprinin yarattığı haz ve espri çeşitleri konusunda nefis olmakla beraber, ‘hepimizin bildiği gibi bir espiriyi anlatmak kadar zor ve hoş tad bırakmayan his yoktur’ olgusunu Freud, -kendi tabiriyle- zorlanarak da olsa başarıyor. Kitapta geçen genel hava, Jean Paul Richter, Thedore Vischer, Kuno Fisher ve Thedore Lipps gibi daha önce bu konuda az ve öz yazan düşünürlerin çerçevesinde başlar ve akabinde nüktenin söz oyunları, elemanlarına ayırma, mecazi anlam, ikircil kullanımı , yoğunlaştırma gibi teknikleriyle bence nefis bir şekilde anlatır. Sonra Victor Hugo’nun “Hernani” adlı eserinin, William Shakespeare’in “Bir yaz gecesi rüyası” gibi komedilerinin ve tabiki Hamlet’ten bazı pasajlarını da bu teknikler dahilinde analiz ederek ortaya harika bir başvuru kaynağı çıkarmıştır Freud.
Kitaptan aldığım notlarım dahilinde alıntılayacağım bazı tanımları vermek bu konu hakkında iyi bir başlangıç olacaktır.
Sert Sessizlik
saat üçte
çıt etse afife
ötse peşpeşe
İshak Kuşu kafeste
pıt pıt kaçsa pisi pisi
kuşak kuşak
seçip takip etsek
küpesi afaki
tokası haki
sokaktaki çıtı pıtı afeti
kâh ekşisek
kâh kapışsak
uçuk kaçık okşasak sapakta
siftah istesek
hatta sıkı fıkı içsek iki tek
köpük köpük içki koksa saçı
fesata kıs kıs peşkeş çekse
hafif pusu şaşsa
şap şup öpüşsek ite kaka
kapısı sökük katta
etekse etek
ipekse ipek
açık saçık çökse apışa
tutuşsa fahişe ateşi
susasa şahikası kasıkta
ufak çapta uçsak
aksi tutup
aşsa ütopik tasası
pışık etsek
takışşak hesap kitapta
tepişsek
pat etse tüfek
affetse şikeste kaşı
ases suç üstü çıkıp
tıksa şu kışta hapse
topu topu iki hafta
kısasa kısas sopa atsa
eskise peteksi ışık
aç tok üşütsek kof taşta
çekikse sehpa
tak tak etse istihkak
sıska ipte
us pekişse şıp şıp
ses ses ses
‘ah keşke
sökse kekeç şafak
aheste aheste
ah keşke
sussa şakak
içteki tıpası çıkık o hakikatte’
ise
-inan hepsi bozardı sert sessizliğini-
Reha Başoğul