Ahmet Hamdi Tanpınar’ın 600 yıllık osmanlı geleneğinden çıkan aydın kesmin, akşamdan sabaha bir gecede uygarlık ve kültürün değiştiremeyeceğine dair göndermelerle dolu, kültürel içerikli, düşündürücü romanı.. üniversitede araştırma görevlisi bir mümtaz düşünün ki ufacık yaşta, şehrinin işgal edildiği sırada, babası bir rum tarafından öldürülmüş olup, antalya’da yaşama ayak basan ve çocukluk ile gençlik derken italyanların bulunduğu bu şehirde, akraba tayfasından istanbul’a, ihsanın yanına gelip eğitimine devam eden. ihsan’ın ve karısının, mümtazı mümtaz yapan faktörlerde önemli etkisini yadsımayan bir yandan da ihsan’ın hastalığı ve aile işleriyle uğraşan mümtaz, nuran adında efendi mi efendi birini tanır ki bu kişi, kutsal aşkın mümtazın gözünde tezahür etmiş halidir. nuran da hem bektaşi, hem de mevlevi kültürünü bir arada bulunduran, entellektüel birikimi ve müzikal altyapısı yani tıpkı eski filmlerde görülen donanımlı bir bayan olarak karşımıza çıkar ki bu da romana keyif katan bir özelliktir. tabi ikisinin arasındaki çekinceli başlayan ilişkinin, sokak-,mahalle mekanlarında ayrı gözükmesi önem arzedip, biz de bu sırada aradaki mesafenin korunmasının meyvesini, edebi olarak yeriz. gün olur devran döner, ilişki gelişir ve nuran mümtaz’ın evine yerleşir, yer de emirgandır. ve bu samimi ortamın içerisinde siz cinsel kimliklerin ötesinde, ortak paydada buluşan, klasik müzik ve edebiyata dair güzel mi güzel sohbetlere tanık olursunuz. mümtaz’ın bu denli nuran’la uyum içinde olması, nuran’ı iyice gözünde yarı ilahi kıvamda yüceleştirmesine mahal verir. ortada ideolojik, estetik ve tarihsel bir yakınlık varken, kitap içerisinde bedensel ilişkinin sınırlı olarak yer aldığını belirtmekte fayda var. tüm bunlara karşın mümtaz’ın yine de aradığı model -bir nevi ruh eşi- nuran değildir aslında ve bu sıkıntı romanın ilerleyen bölümlerinde kendini gösterir. roman hitler’in saldırı emrini verdiği 2. dünya savaşı’nda sona erer.
tanpınar’ın -misal kandilli’de-, güneşin batışının su üzerinde çizdiği desenleri bir müzik parçası olarak ele alması onları nağme olarak karşılaştırması, zaman zaman kelimelerle oynayıp sabırla yapılan resim çizme çalışmaları yazarın beş şehir‘deki istanbul betimlemelerine benzerdir. bir başka benzerlik ise aşk-ı memnu ve mail ve siyah romanlarının kurgusunun huzur’la olan derin bağlantısıdır. örneğin ahmet cemil’in istanbul’da hayallerinden ve şehirden kopuşu sonucunda, romanın son rengi olan siyahın bütün ufku kaplaması, bizlerin, tanpınar romanlarındaki analojik benzerlikler açısından gözünden kaçmış değildir. nuran’ın karakter tahlillerini ve mülayim tavrını zevkle okurken ve kocasından ayrılıp, kızı ile birlikte yaşam mücadelesi verirken, leit motifler de dikkatimize çarpar. başka bir güzellik ise; bir wagner’i, bir dede efendi’yi ,bir mustafa efendi’yi, mozart’ın sihirli flütünü, doğu ve batı arasında keyifle yaşayan ve de klasik müzik hastası olan okurların, büyük bir hazla okuduğuna eminim. ki burda da bir flashback unsuru vardır ki oldukça dengeli yormayan ve akıl karıştırmayan şekilde olduğu bir gerçek.
unutmadan bir de suat denen şahsiyetten bahsetmek lazım: müslüman şark zihniyetiyle, zihinsel tutsaklığını yaşan bu kişi, hürriyet ülküsünün nasıl ve ne olduğuna dair keskin bir duruş sergileyememiştir romandaki rolünde. arayışın dibine vuran suat, sınırları olmayan bir özgürlüğün peşinde iken, mümtaz ile nuran’ın arasındaki ilişkiye sonradan müdahil olur ve bu ilişkinin bittiği yer, suat’ın intiharını hazırladığı yerdir. adam külliyen çelişkilidir zira ve ateist olduğuna dair kanıtları yazar bize sunar. içte bir azab vardır, okunmaya değer ve ironiktir ki bu azabın nedenleri, niye’leri ‘allah’a sual etmek’le de bu çelişkisi ayyuka çıkar. hoş, bu nietzsche amcanın pek hoşuna gidecek bir tavır, hal bildirimidir ama intiharın içerisindeki iyi olmayan evliliği , çocukları, karşılık alamadığı bir sevgi beslediği nuran ve içkinin rolü de pek mühim etkenlerdir. mümtaz ise suat’ın nietzsche, eluard, comte tarzı entellektüel olarak yaşanan azabını bir lüks olarak değendirmektedir ki tanpınar’ın burda, bir başka eleştirel ana tema belirtme anektodları ortaya çıkar. nedir bu; psikolojik bunalımların olduğu bir ülke içerisinde senin gelip, içsel ve entel azablarla hiçliğe gitmen ve diğer yandan günlük dinanimizmden uzaklaştırılan melankolinin, vatan millet sakaryaya hıyanet olduğu lüksüdür… bir başka unsur da; tanzimat ve 2. meşrutiyet’in aydını havasındaki suat’a dair kişisel eleştiriler, suat’ın üstüne etiketlenir, mümtaz ya da tanpınar tarafından ki hala ders niteliğinde olduğuna kefilimdir. işte huzur, böyle çok parçalı ve bütünselleştirmeyi iyi başaran bir romandır. nasıl batıdan gelen değerlerle, ortadoks çatışmasını dostoyevski ve tolstoy da yoğun ve iyi işlenmiş olarak görüyoruz, huzur da bundan hiç mi hiç geri kalmayan kalitede, eleştirel toplum ve aydın eleştirisini yapma başarısını layıkıyle yerine getiren, nadir bulabileceğimiz, feyz veren bir güzel romanımızdır. tanpınar’ın fikrine ve kalemine sağlık diyerek alkışlamak gerek….
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur adlı romanını okuyan arkadaşlar,Huzur romanındaki İhsan ile Ahmet Hamdi Tanpınar arasındaki benzerlikleri yazabilir misiniz?