Nis 222007
 

Ben Bir Uyusam Bir Uyansam
 

Ben bir uyusam 

gözlerim kapansa 

yalnızlık sussa 

insanlar ağlamasa 

dünya dursa 

kimseler konuşmasa 

 

Ben bir uyansam 

gözlerim kapansa 

yalnızlık sussa 

insanlar ağlamasa 

dünya dursa 

kimseler konuşmasa

 

Reha BAŞOĞUL

Nis 122007
 

Kayısı Sabahı

 

sabah kayısıydı, 

iççekmiş bir gözboyamasında 

gözyüzü haritasından çıkartarak 

yığdılar ortaya 

ayakları üşümüş yıldızları 

olmuştu bir kere adı 

buz dansındaki kayısı sabahı 

 

çobanı ayışığıydı 

güneşi otlattığında 

kırmızıyı kuyruklarına bağlayarak 

havalanan kızkuşları 

beklerdi ürkütmesin diye şafağı 

üzmüştü bir kere Ayışığı Çobanını 

buz dansındaki kayısı sabahı 

 

sarısı kıvrım dudaklıydı 

derin bir yol ayrımında 

busesi tutsak bırakılarak 

biçare çanağı 

gecenin uçurumunda 

özlemişti bir kere kıvrım dudaklı sarısını 

buz dansındaki kayısı sabahı 

 

korkusu bakireydi 

istemedi hıçkırığında 

sıcak yumurtalarına bakarak 

kurlarını hazırlamış 

meyve sineğinin ayaklarını 

sevmişti bir kere bakire korkusunu 

buz dansındaki kayısı sabahı 

 

açlığı karıncalardı 

yarının azığı kıskançlığında 

saf sümüklüböceğini kandırarak 

yüksek bir odun kütüğünde 

salına salına taşırken dala kabuğunu 

sezmişti bir kere karıncaların açlığını 

buz dansındaki kayısı sabahı 

 

raslantısı kırağıydı 

seçerdi damağında 

gün ışığını akıtarak 

gölgesi ince uçlu dallardan 

süzülecek tatlı su damlasını 

hazırlamıştı bir kere kırağı rastlantısında 

buz dansındaki kayısı sabahı 

 

olmuştu sabah kayısı 

üzmüş ürken şafağı 

özlemiş gecenin uçurumunda 

sevmeden meyve sineğinin ayaklarını 

sezdi sümüklüböceğin sallantısını 

hazırlandı tatlı su damlası 

yüzen odun kütüğünde bekleyen 

aç kızkuşunun ağzına 

derin bir yol ayrımında 

çırpıldı kanatları 

kıvrım dudaklı sarıdan 

güneşin kırmızısına doğru havalanan 

yakaladı tutsağının busesini 

bozdu bakirelik korkusunu 

süzülen gün ışığı 

tadı damağında 

gölgesi ince uçlu dal başında 

içini çekti gözünden kanlar akarak 

gökyüzü haritasına dalan kırmızısında 

eşinin kuyruğunu kaybetmiş 

buz dansındaki kayısı sabahı

 

Reha Başoğul

Nis 112007
 

kayipkitamu

 James Churchward’ın kaleminden çıkan Kayıp Uygarlıklar serisi, serinin ilk kitabını burada tanıtırken bahsettiğim gibi çok önemli bir kaynak kitabı. Bildiğiniz gibi kökenlerimizin Mu kıtasından geldiğine inanan Atatürk de bu seriyi 60 kişilik bir çeviri ekibine yıllar önce dilimize çevirtmiş ve sırlar içerisinde olan Mu kıtası hakkında özellikle yeri ve insanın yaratılışına kadar giden bilgileri, yönetim tarzını ve dil yapısının Öz Türkçe ile olan karşılaştırmalarını büyük bir dikkatle incelemişti.

Halen Anıtkabir kütüphanesinde bulunan bu eserlerin orjinalleri ve çevirileri yıllar sonra tekrar bu sefer halka sunulacak şekilde dilimiz altında yayınlanıyor. Yazar James Churchward’ın 1930’lu yıllarda ilk basımı yapılan bu eserle birlikte Mu hakkında birçok bilinmeyen parça biraraya gelmiş oldu. Serinin ilk kitabındaki Mu hakkındaki temel bilgilerlerden sonra serinin ikinci kitabı yine kimsenin inkar edemeyeceği belgelerle dolu.

Şu sıralar oldukça populeritesi artan “Atlantis nerede?” tartışmalarına da beyninizle cevap bulabilmenize imkan tanıyan bu kitabı okuduktan sonra esasında ortada olan ve birleştirilmeyi bekleyen parçaların size henüz birkaçı eksik olsa da bütünlenmiş bir halini göreceksiniz. İnsanın tarihiyle birlikte gelişen zevkler, mimari , tarım , din, refah seviyesi farklılaşmaları gibi uygarlık ölçütlerinin Mu kıtasının yaşam standartlarıyla pek bir ayrım arzetmediği anlaşılıyor. Özellikle okültizm felsefesine ilgi duyanların çok kolay bir şekilde olan bitene çabucak sonuçlar çıkaracağına eminim. James Churchward’ın 2 yıl süren Himalayalar’daki bir rahibin yanında inziva döneminde bulunduğu sıralarda gizli bir ilim keşfettiğini zaten ilk kitapta da belirtmiştim. Burada eski tabletlerde geçen bilgilerin deşifrelerinden yola çıkan yazar, Dünya’ya geçmiş uygarlıkların içinde bulunan her türlü oluşumu inceleyerek Mu kıtasının temel bir çıkış noktası olduğunu öne sürüyor.

Özel bir tarihçi ve arkeolog olarak çalışmalarını sürdüren James Churchward, yeryüzünde bir çok tapınak, ahit, yapıt ve geçmişin bıraktığı diğer izleri araştırmaya kendini adayarak oluşturduğu bu kitapların teklik yasasına uyan yaklaşım tarzı çok ilgimi çekiyor. Kitabın sayfalarını atladığınızda örneğin biraz önce bulunduğunuz Yunan yazıtlarından Kuzey Amerika’ya elinizdeki Yunan bilgileriyle gitmekle değişik bir açı yakalıyorsunuz. Kısacası kitabın kurgusu çok iyi. Kayalara kazınan resimler, yeryüzünden hala bulunan yamyamların kullandığı şekiller, kıtaların ötesindeki alfabelerin benzerlikleri bir puzzleın parçaları gibi esasında. Kitapta esas ağırlık verilen kısımlarda bunlar zaten. Semboller. Mayaların, Çinlilerin, Mezopotamyalıların ya da Hawaiilerin kullandığı sembollerin ne anlama geldiğini ve mitolojide ve dinler kültüründeki karşılıkları da Mu’ya giden kapılarının anahtarlarından biri . Yazı dili ve biraz önce bahsettiğim gibi kitabın kurgusu sizi alıp atalarınıza götürüyor.

Önce serinin ilk kitabını okuduktan sonra buraya geçmeniz bilgi referanslarının havada kalmaması için şart. Kitaptan tatmin edici sonuçlarla ayrılacağınıza eminim. Belgelerin tartışılmazlığı, aklın gücü ve geçmişin aynasıyla efsane mi değil mi sorularına sahne olan Mu kıtası tekrar su üstünde. Tarihçilerin ve konuyla ilgilenenlerin yıllar önce kitabı hatmettiklerini düşündüğümden, bizler için Mu’yu ve Atlantis’i, volkanik patlamaların sonuçları ve Mu’ya ne olduların cevaplarını , farklı kültürlerdeki yaşamları ve kullanılan sembollerin anlamlarını arayıp bulamayanlar için kesinlikle hem başlangıç hem de kaynak kitabı olma özelliğini taşıyor James Churchward’ın bu serisi.